KÜRT
KİMLİĞİNİN İNKÂRINDA SON HALKA: BEDİÜZZAMAN SAİDÊ KURDÎ
Türk egemen zihniyeti, cumhuriyet
tarihi boyunca Kürt halkını kendi kimliğinden koparmak ve asimile etmek için
pek çok yöntem izledi. Cumhuriyetin kuruluşundan yüzyılın ortalarına kadarki
süreçte Kürtlerin bir halk olduğu, kendine ait bir dile, kimliğe, kültüre ve
tarihselliğe sahip olduğu inkâr edildi. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi
gibi bilimsellikten uzak ve Türklüğü uygarlık tarihinin neredeyse tek
başlatıcısı olarak göstermek için mesnetsiz iddialarda bulunuldu. Sadece
Kürtler değil, Ortadoğu ve Anadolu halklarının birçoğu açıkça yok sayılarak Türkleştirildi.
Bu politika ve söylem karşılık
bulmayınca, bu kez de Kürtlerin aslında Türk kökenli bir topluluk olduğu, zaman
içinde değişime uğrayarak kendilerini Kürt olarak tanımladıkları söylemine
sarıldılar. Mezopotamya’nın binlerce yıllık geçmişe sahip kadim halklarından
olan Kürtler, “kart-kurt” seslerinden türetilen bir kimliğe indirgenecek kadar
çiğ ve ilkel bir inkâra tabi kılınmak istendi.
Ancak bu politika da tutmayacak ve
tarihin çöp sepetindeki yerini alacaktı. Kürt halkının ve Kürt Özgürlük
Hareketinin büyük bedeller ödeyerek verdiği kırk yıllık mücadele ve direniş
pratiği, yok edilmek istenen Kürt kimliğini sadece bölgede değil, dünya çapında
kabul edilir hale getirecektir. Türk şoven ve milliyetçi devlet anlayışının
bugün ulaştığı düzey, Kürtleri bir halk olarak inkâr edememekle birlikte, kabul
etmeye de hala yanaşmamaktadır. Kürt dilini mahkemelerde “bilinmeyen bir dil”
olarak tanımlamak, bu egemen zihniyetin bir izdüşümüdür.
On yıldan bu yana siyasal iktidarı elinde
bulunduran siyasal İslamcı ve Türk milliyetçisi AKP, Kürt halkının özgürlük
mücadelesi karşısında bu kez de “İslam” ve “ümmet kardeşliği” gibi söylemlere
sarılmaktadır. Kamu kurumları, İslamcı cemaatler, Diyanet örgütlenmesi,
dershaneler, öğrenci yurtları, medya ve daha birçok aracı kullanarak Kürtleri
ümmet kardeşliği ve İslam dini adına Kürtlüklerinden kopartarak “yeşil” bir
asimilasyona tabi kılmaya çalışmaktadırlar. Devletin nihai amacı yine aynıdır;
Kürt halkının asimile edilerek Türkleştirilmesi ve kimlik mücadelesi vermesinin
önüne geçilmesi. Amaç bu olunca elindeki bütün imkânları devreye sokmakta, her
türlü demagojik söylemi kolayca kullanabilmekte ve pervasız bir hal alan inkâr
politikasına devam etmektedirler. Bu
asimilasyon ve inkâr politikasının son kurbanı ise Kürt halkının yetiştirdiği
büyük mütefekkir, din ve eylem insanı Bediüzzaman Saidê Kurdî
(Nursî)’dir.
Saidê Kurdî
Kimdir?
Melayê Saidê
Kurdî 1876 yılında Bedlîs’in Hizan ilçesine bağlı Nurs
köyünde doğar. Zekâsı ve yetenekleriyle daha küçük yaştayken çevresinde bulunanların
dikkatini çeker. Yaşıtlarına göre daha kısa süren bir medrese eğitimi ile
kendisini hem dini ve hem de diğer bilimlerde oldukça geliştirir. Katıldığı
münazaralarda gösterdiği başarılardan sonra “zamanın eşsiz güzelliği” anlamına
gelen Bediüzzaman ismiyle tanınmaya başlar. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde
Kürdistan’ın birçok yerini gezerek bilgisini artırır. Başta Bedlîs olmak üzere, Norşîn, Wan, Miks, Bazîd ve Mêrdin
gibi yerlerdeki medreselerde dersler alır, tartışmalar yürütür.
1907’de İstanbul’a giden Saidê Kurdî, burada ilk Kürt örgütlenmelerini ve yayınlarını
hazırlayan aydınlarla ilişkilenir. Günlük yaşamında ve ilk dönem yazılarında
Kürtçe dilini kullanan Seyda, giyiminde de Kürt ulusal kıyafetleriyle ve
belinde daima taşıdığı hançeriyle dikkat çeker. Çeşitli yazılar yazar ve
yayınlatır. En büyük hayali, Wan Gölü kıyısında kuracağı ve adını “Medresetüz’z
Zehra” koyduğu din ve fen bilimleri alanında Kürtçe ve Arapça ortak eğitim
verilecek bir okul kurmaktır. Bu amaçla Osmanlı sarayından yardım ister, ancak
buna karşılık kendisine meczup muamelesi yapılarak tutuklanır ve ardından da
akıl hastanesine kapatılır. Yargılamadan beraat edince de Kürdistan’a dönerek
dersler vermeye ve düşündüğü okul için hazırlıklar yapmaya başlar.
1916’da Osmanlı-Rus savaşında esir
düşen Seyda, yaklaşık bir yıllık esaretten sonra yeniden Kürdistan’a döner ve
çalışmalarına devam eder. Kemalist rejim tarafından sürekli bir tehdit unsuru
olarak görüldüğünden pek çok kere yargılanır veya sürgün edilir. En son 1960
yılında Riha’da hayata gözlerini yumar, ancak o yıl gerçekleşen askeri darbe
sonrasında naaşı buradaki mezarından kaçırılarak nerede olduğu bilinmeyen bir
yere gömülür.
Melayê Said, yaşamının farklı dönemlerinde kullandığı
söylemler farklılaşmış olsa da, Kürt kimliğinden ödün vermeden yaşamıştır.
İslami enternasyonalist bir anlayışla dini yorumlamış ve Anadolu coğrafyasında
yaşayan halkların eşitlik ve kardeşlik düsturu altında, adil bir yönetim
mekanizması ile yönetilmesini savunmuştur. Onun ümmet anlayışı, herhangi bir
etnik unsuru diğerlerinin önüne koymaksızın ve halkların sahip olduğu
kimlikleri yadsımaksızın ümmet şemsiyesi altında ortak bir yaşamın mümkün
olduğuna dayanmaktadır. Tüm bunları söyler ve savunurken de, kendisini “Saidê Kurdî” olarak tanıtmaktan imtina etmemiştir. Yaşadığı
birçok soruşturma, dava ve sürgünün arkasında yatan başlıca neden tam da onun
bu tutumudur.
Ölümünden sonra Mela Said’in külliyatı
birçok değişikliğe uğratılmış ve bilhassa yazılarında geçen tüm Kürt ve
Kürdistan sözcükleri ayıklanmıştır. Onun rehberliğini esas aldığını iddia eden
ve kendilerini Nur cemaati olarak tanımlayan kesimler, yıllar içinde Saidê Kurdî’nin öğretisini kendi politik ve konjonktürel
çıkarları için kullanmış ve son kertede bu öğretiyi Türk-İslam Sentezi’nin bir
dayanağı haline getirmiştir. Bugün onun ardılı olduğunu iddia ederek Türk
milliyetçiliği yapanların gerçekte Melayê Said ve onun öğretisiyle zerre kadar ilgileri yoktur. Fethullah
Gülen şürekası, AKP içindeki uzantıları ve mantar gibi biten sayısız dernek,
vakıf, gazete, dergi, televizyon ve daha birçok farklı araç üzerinden Kürt
halkına ve onun özgürlük arayışlarına karşı yöneltilen saldırının, gerçek Saidê Kurdî ve onun görüşleriyle ilgisi bulunmamaktadır.
Safsatanın Son Halkası
Melayê Saidê
Kurdî’nin Kürt kimliği,
onun izinden gittiklerini iddia eden sahte Nurcular için geçmişten beri sorun
olmuştur. Rahatsız olanların başında ise Fethullah Gülen gelir. Bediüzzaman’ın
Kürt olmasından geçmişten beri rahatsız olduğunu, hatta buna inanmadığını
kendisi dile getiren Gülen, öğretisini de Türkleştirmek, Türk milliyetçiliğine
ve Türk devletine payanda etmek için elinden geleni yapmış ve yapmaktadır. Daha
önceleri çeşitli vesilelerle Mela’nın Türk olduğunu bile söylemişlerse de bu
yalan kimseyi ikna etmemiştir.
Son olarak geçtiğimiz haftalarda Ahmet
Akgündüz adlı bir sözde İslam tarihçisi ortaya çıkıp Saidê Kurdî’nin Kürt olmadığını, aslının Seyyid, yani Arap soylu
olduğunu söyledi. Bunları da 35 yıllık araştırma sonucunda söylüyormuş devletlü
profesör. Anlaşılan odur ki, bu kesimler ne yapsalar Mela’yı Türkleştirmeyi
başaramayınca, bu defa da onu Araplaştırmaya karar vermişler! Kürt olmasın da,
varsın Arap olsun! İçi boş, kof, bilimselliğine çocukların dahi güleceği bu iddia
da tıpkı öncekiler gibi tarihin çöplüğüne gidecektir. Geriye kalansa Mela’nın
kendi kaleminden bugüne uzanan ve Kürtlere hitaben yazılmış vasiyeti olacaktır.
BEDİÜZZAMAN’IN KÜRT
HALKINA NASİHATİ
Ey Kürt Halkı!
İttifakta kuvvet, ittihatta hayat, kardeşlikte saadet, hükümette saadet vardır.
İttihat bağını ve muhabbet ipini güçlü tutun. Ta ki sizi beladan kurtarsın.
Bana iyi kulak verin, size bir şey söyleyeceğim;
Biliniz ki, korumamız gereken üç cevherimiz vardır;
Birincisi: İslamiyettir ki, binlerce şehidimizin kanı pahasına olmuştur.
İkincisi: İnsaniyettir ki, halkın nazarında akla uygun hizmetle yiğitliğimizi ve insanlığımızı bütün dünyaya göstermeliyiz.
Üçüncüsü: Milliyetimizdir ki, bize meziyet vermiştir. Bizden öncekiler iyilikleriyle yaşıyorlar. Kendine yetebilen, milliyetini koruyup onların ruhlarını kabirlerinde şad eder.
Bundan sonra bizi perişan eden üç düşmanımız vardır;
Birincisi: Fakirliktir ki, İstanbul’daki kırk bin hammal buna delildir.
İkincisi: Cehalettir ki, binimizin bir gazete okuyamaması bunun delilidir.
Üçüncüsü: İhtilaf tır ki, kuvvetimizi kaybettiriyor, bizi terbiyeye müstehak kılıyor ve hükümet de kendi insafsızlığından bize zulmediyor.
Eğer bana kulak verdiyseniz, iyi bilin ki, bizim çaremiz şudur;
Biz üç elmas kılıcı elimize alalım ve düşmanı üstümüzden kaldıralım.
Birincisi: Adalet, maarif ve okuma kılıcıdır.
İkincisi: İttifak ve milli muhabbet kılıcıdır.
Üçüncüsü: Kendine güven kılıcıdır.
Böylece herkes kendi işini yapsın. Sefiller gibi kimsenin gücünden ümit beklemesin ve sırtını ona dayamasın.
Son vasiyetim;
Okumak ! Okumak ! Okumak !
( Xwandin ! Xwandin ! Xwandin ! )
El ele vermek ! El ele vermek ! El ele vermek !
( Destêhevgirtin ! Destêhevgirtin ! Destêhevgirtin !
İttifakta kuvvet, ittihatta hayat, kardeşlikte saadet, hükümette saadet vardır.
İttihat bağını ve muhabbet ipini güçlü tutun. Ta ki sizi beladan kurtarsın.
Bana iyi kulak verin, size bir şey söyleyeceğim;
Biliniz ki, korumamız gereken üç cevherimiz vardır;
Birincisi: İslamiyettir ki, binlerce şehidimizin kanı pahasına olmuştur.
İkincisi: İnsaniyettir ki, halkın nazarında akla uygun hizmetle yiğitliğimizi ve insanlığımızı bütün dünyaya göstermeliyiz.
Üçüncüsü: Milliyetimizdir ki, bize meziyet vermiştir. Bizden öncekiler iyilikleriyle yaşıyorlar. Kendine yetebilen, milliyetini koruyup onların ruhlarını kabirlerinde şad eder.
Bundan sonra bizi perişan eden üç düşmanımız vardır;
Birincisi: Fakirliktir ki, İstanbul’daki kırk bin hammal buna delildir.
İkincisi: Cehalettir ki, binimizin bir gazete okuyamaması bunun delilidir.
Üçüncüsü: İhtilaf tır ki, kuvvetimizi kaybettiriyor, bizi terbiyeye müstehak kılıyor ve hükümet de kendi insafsızlığından bize zulmediyor.
Eğer bana kulak verdiyseniz, iyi bilin ki, bizim çaremiz şudur;
Biz üç elmas kılıcı elimize alalım ve düşmanı üstümüzden kaldıralım.
Birincisi: Adalet, maarif ve okuma kılıcıdır.
İkincisi: İttifak ve milli muhabbet kılıcıdır.
Üçüncüsü: Kendine güven kılıcıdır.
Böylece herkes kendi işini yapsın. Sefiller gibi kimsenin gücünden ümit beklemesin ve sırtını ona dayamasın.
Son vasiyetim;
Okumak ! Okumak ! Okumak !
( Xwandin ! Xwandin ! Xwandin ! )
El ele vermek ! El ele vermek ! El ele vermek !
( Destêhevgirtin ! Destêhevgirtin ! Destêhevgirtin !
(Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, İstanbul, Sayı, 1, Tarih,
1908)
KÜRTÇESİ
Bedîüzzeman
Mela Seîdê Kurdî’nin Nesayîhî:Şîretên Bedîuzzeman Mela Seîdê Kurdî
Ey gelî Kurdan!
Îttîfaqê de quwwet, îttihadê de heyat, di biratiyê de se’adet, hukumetê de selamet heye.
Kabika Îttihadê û şirîta muhebbetê qewî bigrin da we ji belayê xelas ke.
Qenc guhê xwe bidinê, ezê tiştekî ji we re bibêjim:
Hûn bizanin ku sê cewherên me hene, hifza xwe ji me dixwazin.
Yek, Îslamiyete, ku hezar hezar xûna şehîdan e buhayê wê dane.
Ê duduwan, Însaniyet, ku lazim e em nezera xelqê de bi xizmeta ‘eqlî, ciwanmêranî û însanîyetîya xwe nîşanî dunê bidin.
Ê sisiyan, Milliyeta me ye, ku mezîyetê da me; ê berê ku bi qencîya xwe sax in , em bi karê xwe bi hifza mîllîyeta xwe, ruhê wan qebra wan de şad bikin.
Piştî wê, sê dujminê me hene, me xerab dikin.
Yek: feqîrtî ye. Çil hezar hemmalê Îstembolê delîlê wê ye.
Ê duduwan: Cehalet u bexwendıni ku hezar ji me da yek "qazete" nikanin bixwînin delîla wê ye.
Ê sisiyan: Dıjmını u ixtilaf e ku ev ‘edawet quweta me wunda dike, me jî musteheqî terbîyê dike û hukumetê jî ji bêînsafîya xwe zulm li me dikir.
Ku we ew seh kir, bizanin çara me ew e,
ku em sê şûrê elmas bi destên xwe bigrin, ta ku em hersê cewherên xwe ji destên xwe nekin! Hersê dijminê xwe ser xwe rakin.
Û şûrê ‘ewwil: Me’rifet u xwandın e.
Ê duduwan: Îttifaq u muhebbeta milli ye.
Ê sisiyan:Însane şuxla xwe bı nefsa xwe bıke û mîna sefîlan ji qudreta xelkê hêvî neke û pişta xwe nedê. Wesîyeta paşê:
Xwandin ! xwandin ! xwandin !
Destêhevgirtin ! Destêhevgirtin ! Destêhevgirtin !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder