7 Kasım 2012 Çarşamba

Emre Uslu’nun Kadiri Mutlak “Network”u


Bölgeden her gün yeni çatışma ve ölüm haberleri almayı sürdürüyoruz. Artık “düşük yoğunluklu” olmaktan hayli uzak olan savaşın son birkaç aylık bilançosu çıkarıldığında durumun vahameti de anlaşılıyor. İktidarın elinde meseleye dair ciddi hiçbir formülün kalmamış olması, ana muhalefet partisinin yolunu şaşırmış görüntüsü ve BDP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması tehdidi ile sindirilmeye çalışıldığı bu dönem, belli ki öncekilerden daha farklı gelişmelere gebe. PKK’nin yeni savaş konseptine karşılık Genelkurmay da “yeni” askeri yöntemler geliştirmekte ve medya bu “yeni” yöntemlere dair güzellemeler yapmayı sürdürüyor.
Beri yandan Kürtlerin talep ettiği demokratik hakların teslim edilmesi, sorunun çözümü için tarafların yeniden müzakere sürecini başlatması konularında tartışmalar, gittikçe kısırlaşan bir alana çekiliyor ve siyaset alanı daraltıldıkça savaş çığırtkanlığı yapan çevrelerin eli de buna mukabil güçleniyor.
Meselenin daha “profesyonel” askeri yöntemlerle hallini savunanlardan biri de Emre Uslu. Uslu son günlerde diline pelesenk ettiği “network” kavramı üzerinden sorunu “analiz” ediyor ve ülkeyi yönetenlerin bu çerçevede politikalar üretmesini salık veriyor. Kendisine göre, PKK’nin bölgedeki gücünü azaltmanın ve örgütü bitirmenin yolu, örgütün dağ kadrosuna eleman yetiştirdiğini iddia ettiği “network”lerin ortadan kaldırılmasından geçiyor. Bunun için gazete köşesinden ve televizyon ekranlarından BDP’yi ve onun yereldeki tüm örgütlenmelerini hedef göstermekten imtina etmiyor. Daha ötede, Kürtlere ve Kürt hareketine yönelik bir rehin alma operasyonuna dönen KCK operasyonlarının yeniden ve daha kapsamlı olarak gerçekleştirilmesini salık veriyor. Böyle olunca Uslu’ya göre dağa çıkışın önü kesilmiş ve örgütün kitlelerle bağı da kopartılmış olacak. Sorunun çözümü için demokratikleşme adımlarının daha ciddi biçimde atılması ve Kürtlerin haklarının anayasal güvenceye alınmasının başlıca yol olduğu konusunda, kendisine aynı gazeteden yanıt veren Vahap Coşkun’un aksine Uslu, demokratikleşmeden ancak PKK’nin güçlenerek çıkacağını savunuyor.
Yüzyıllara yayılan bir tarihsel ve toplumsal arka plana sahip Kürt meselesine getirdiği bu“dahiyane” sosyo-politik açılım için evvela Emre Uslu’yu tebrik etmek gerekiyor. Lakin artık akıl tutulmasının çok ötesinde patolojik bir hal almış olan bu yaklaşıma dair birkaç kelam etmek elzem görünmekte.
Her şeyden önce Uslu’nun “network” olarak tanımladığı olgunun sosyal bir ilişki ağının çok ötesinde, bir halkın en temel hak taleplerine karşı sürdürülen inkârın, -son düzenlemelerle aksi iddia edilse de- daha da derinleşen asimilasyon politikalarının ve son kertede imhacı anlayışın karşısındaki otuz yıllık bir isyanı “network”leri keserek ortadan kaldıracağı düşüncesi ham hayal değil, körlük işareti olarak orta yerde duruyor. Bunu söylerken, 1990’lı yıllarda sıkça denenmiş bir kontrgerilla taktiği olan “denizi kurutma” adına işlenen faili meçhul cinayetleri, köy boşaltmaları, katliamları da meşrulaştırmaktan çekinmiyor. Benzer biçimde binlerce Kürt siyasetçisinin, seçilmiş yöneticilerin, legal parti çalışanlarının derdest edilişini de aleni olarak destekliyor ve hatta “yetmez, daha fazla operasyon” diyerek mevcut savaşçı zihniyeti körüklemekten geri durmuyor.
Hatırlatalım; ne 90’lı yıllarda ve ne de son dönemde Kürt hareketini marjinalleştirmeye ve siyaseti kriminalize etmeye galebe çalan malum operasyonlar ve tutuklama furyaları zerre kadar başarılı olmamıştır. Baskı ve zor uygulamalarının en yoğun olduğu dönemlerde ve yerlerde karşı direniş daha da güçlenmiş, Kürt hareketi daha da etkin hale gelmiştir. Eğer derdiniz Kürt gençlerinin dağa çıkışını önlemekse, bunu o gençleri tutuklayarak önleyeceğini düşünmek ya kara cehalete ya da savaş rantçılığına işaret eder. Nitekim kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak tanımlanan Kürt çocuklarının önemli bir kısmının gördükleri şiddet ve cezai süreçlerden sonra yönlerini dağa çevirdikleri bilinmeyen bir gerçek değil.
Uslu kendi “önermesi”ni İskandinav ülkelerinde PKK’nin güçlü oluşu üzerinden destekliyor. Ona göre Kürtlerin demokratik haklarını en fazla kullandıkları ülkelerde PKK diğer yerlere nazaran daha etkin ve güçlü. Bu çıkarımdan hareketle, demokratik ülkelerde örgütün güçlü oluşunu, o ülkelerin yurttaşlarına sunduğu ileri haklarda aramakta, demokratik ülkelerde etkin biçimde çalışan “toplumsal networkler” üzerinden PKK’nin güçlendiğini iddia ediyor. Özcesi Uslu, daha fazla baskı, daha çok gözaltı, tutuklama ve askeri operasyonlar yaparak Kürt sorununu çözeceği hayalleriyle yaşıyor ve bu malumatı bir kadiri mutlak olarak topluma ifşa ediyor. Yanıldığını anlamak içinse ne yazık ki daha çok Türk ve Kürt gencinin öleceği bir süreci öngörmek gerekiyor.
Kürt sorunu en başta bir demokratikleşme sorunudur. Dolayısıyla demokrasiyi sorunun çözümü önünde engel olarak görmek, yanlıştan öte anlamlar içeriyor. Sorunun çözümünde başlıca muhatap ise kuşku yok ki PKK ve legal Kürt muhalefetidir. Bunları dışlayan sayısız çözüm metodu tarihin çöplüğündeki yerini almışken, bu dönemde sivil siyasetin ve demokratik mücadelenin önünü kesmeye yönelen öneriler geliştirmek ancak kan dökülmesinin devamına hizmet edecektir. PKK ile legal Kürt siyaseti en nihayetinde aynı saiklerden kaynağını almakta ve aynı toplumsal zeminden beslenmektedir.  Bunları ne birbiriyle aynı kefeye yerleştirmek ve ne de birbirinin karşısına koymaya çalışarak meseleye yaklaşmak gerçekçidir. Yapılması gereken, her ikisini de meşru muhataplar olarak görerek müzakere sürecine başlamak ve demokratik bir anayasa etrafında halkların kardeşçe yaşayacağı bir ülke tahayyülü için çaba sahibi olmaktır.
Emre Uslu’nun teorik olarak sakat ve sosyo-politik öngörü bağlamında oldukça tehlikeli yaklaşımı ise Kürtlere dönük daha fazla baskıyı ve zoru öngörmekte, yeni Roboski’lere cevaz vermekte ve son tahlilde Türkiye için 90’ları mumla arayacağımız bir ülkenin fotoğrafını çekmektedir. 

-Yazı 12.10.2012 tarihli Özgür Gündem Gazetesi'nde yayınlanmıştır.