Bölgeden her gün yeni çatışma ve ölüm haberleri almayı
sürdürüyoruz. Artık “düşük yoğunluklu” olmaktan hayli uzak olan savaşın son
birkaç aylık bilançosu çıkarıldığında durumun vahameti de anlaşılıyor.
İktidarın elinde meseleye dair ciddi hiçbir formülün kalmamış olması, ana
muhalefet partisinin yolunu şaşırmış görüntüsü ve BDP’nin dokunulmazlıkların
kaldırılması tehdidi ile sindirilmeye çalışıldığı bu dönem, belli ki
öncekilerden daha farklı gelişmelere gebe. PKK’nin yeni savaş konseptine
karşılık Genelkurmay da “yeni” askeri yöntemler geliştirmekte ve medya bu
“yeni” yöntemlere dair güzellemeler yapmayı sürdürüyor.
Beri yandan Kürtlerin talep ettiği demokratik hakların
teslim edilmesi, sorunun çözümü için tarafların yeniden müzakere sürecini
başlatması konularında tartışmalar, gittikçe kısırlaşan bir alana çekiliyor ve
siyaset alanı daraltıldıkça savaş çığırtkanlığı yapan çevrelerin eli de buna
mukabil güçleniyor.
Meselenin daha “profesyonel” askeri yöntemlerle hallini
savunanlardan biri de Emre Uslu. Uslu son günlerde diline pelesenk ettiği
“network” kavramı üzerinden sorunu “analiz” ediyor ve ülkeyi yönetenlerin bu
çerçevede politikalar üretmesini salık veriyor. Kendisine göre, PKK’nin bölgedeki
gücünü azaltmanın ve örgütü bitirmenin yolu, örgütün dağ kadrosuna eleman
yetiştirdiğini iddia ettiği “network”lerin ortadan kaldırılmasından geçiyor.
Bunun için gazete köşesinden ve televizyon ekranlarından BDP’yi ve onun
yereldeki tüm örgütlenmelerini hedef göstermekten imtina etmiyor. Daha ötede,
Kürtlere ve Kürt hareketine yönelik bir rehin alma operasyonuna dönen KCK
operasyonlarının yeniden ve daha kapsamlı olarak gerçekleştirilmesini salık
veriyor. Böyle olunca Uslu’ya göre dağa çıkışın önü kesilmiş ve örgütün kitlelerle
bağı da kopartılmış olacak. Sorunun çözümü için demokratikleşme adımlarının
daha ciddi biçimde atılması ve Kürtlerin haklarının anayasal güvenceye
alınmasının başlıca yol olduğu konusunda, kendisine aynı gazeteden yanıt veren
Vahap Coşkun’un aksine Uslu, demokratikleşmeden ancak PKK’nin güçlenerek
çıkacağını savunuyor.
Yüzyıllara yayılan bir tarihsel ve toplumsal arka plana
sahip Kürt meselesine getirdiği bu“dahiyane” sosyo-politik açılım için evvela
Emre Uslu’yu tebrik etmek gerekiyor. Lakin artık akıl tutulmasının çok ötesinde
patolojik bir hal almış olan bu yaklaşıma dair birkaç kelam etmek elzem
görünmekte.
Her şeyden önce Uslu’nun “network” olarak tanımladığı
olgunun sosyal bir ilişki ağının çok ötesinde, bir halkın en temel hak
taleplerine karşı sürdürülen inkârın, -son düzenlemelerle aksi iddia edilse de-
daha da derinleşen asimilasyon politikalarının ve son kertede imhacı anlayışın
karşısındaki otuz yıllık bir isyanı “network”leri keserek ortadan kaldıracağı
düşüncesi ham hayal değil, körlük işareti olarak orta yerde duruyor. Bunu
söylerken, 1990’lı yıllarda sıkça denenmiş bir kontrgerilla taktiği olan “denizi
kurutma” adına işlenen faili meçhul cinayetleri, köy boşaltmaları, katliamları
da meşrulaştırmaktan çekinmiyor. Benzer biçimde binlerce Kürt siyasetçisinin,
seçilmiş yöneticilerin, legal parti çalışanlarının derdest edilişini de aleni
olarak destekliyor ve hatta “yetmez, daha fazla operasyon” diyerek mevcut
savaşçı zihniyeti körüklemekten geri durmuyor.
Hatırlatalım; ne 90’lı yıllarda ve ne de son dönemde Kürt
hareketini marjinalleştirmeye ve siyaseti kriminalize etmeye galebe çalan malum
operasyonlar ve tutuklama furyaları zerre kadar başarılı olmamıştır. Baskı ve
zor uygulamalarının en yoğun olduğu dönemlerde ve yerlerde karşı direniş daha
da güçlenmiş, Kürt hareketi daha da etkin hale gelmiştir. Eğer derdiniz Kürt
gençlerinin dağa çıkışını önlemekse, bunu o gençleri tutuklayarak önleyeceğini
düşünmek ya kara cehalete ya da savaş rantçılığına işaret eder. Nitekim
kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak tanımlanan Kürt çocuklarının önemli bir
kısmının gördükleri şiddet ve cezai süreçlerden sonra yönlerini dağa
çevirdikleri bilinmeyen bir gerçek değil.
Uslu kendi “önermesi”ni İskandinav ülkelerinde PKK’nin güçlü
oluşu üzerinden destekliyor. Ona göre Kürtlerin demokratik haklarını en fazla
kullandıkları ülkelerde PKK diğer yerlere nazaran daha etkin ve güçlü. Bu
çıkarımdan hareketle, demokratik ülkelerde örgütün güçlü oluşunu, o ülkelerin
yurttaşlarına sunduğu ileri haklarda aramakta, demokratik ülkelerde etkin
biçimde çalışan “toplumsal networkler” üzerinden PKK’nin güçlendiğini iddia
ediyor. Özcesi Uslu, daha fazla baskı, daha çok gözaltı, tutuklama ve askeri
operasyonlar yaparak Kürt sorununu çözeceği hayalleriyle yaşıyor ve bu malumatı
bir kadiri mutlak olarak topluma ifşa ediyor. Yanıldığını anlamak içinse ne
yazık ki daha çok Türk ve Kürt gencinin öleceği bir süreci öngörmek gerekiyor.
Kürt sorunu en başta bir demokratikleşme sorunudur.
Dolayısıyla demokrasiyi sorunun çözümü önünde engel olarak görmek, yanlıştan
öte anlamlar içeriyor. Sorunun çözümünde başlıca muhatap ise kuşku yok ki PKK
ve legal Kürt muhalefetidir. Bunları dışlayan sayısız çözüm metodu tarihin
çöplüğündeki yerini almışken, bu dönemde sivil siyasetin ve demokratik
mücadelenin önünü kesmeye yönelen öneriler geliştirmek ancak kan dökülmesinin
devamına hizmet edecektir. PKK ile legal Kürt siyaseti en nihayetinde aynı saiklerden
kaynağını almakta ve aynı toplumsal zeminden beslenmektedir. Bunları ne birbiriyle aynı kefeye
yerleştirmek ve ne de birbirinin karşısına koymaya çalışarak meseleye yaklaşmak
gerçekçidir. Yapılması gereken, her ikisini de meşru muhataplar olarak görerek
müzakere sürecine başlamak ve demokratik bir anayasa etrafında halkların
kardeşçe yaşayacağı bir ülke tahayyülü için çaba sahibi olmaktır.
Emre Uslu’nun teorik olarak sakat ve sosyo-politik öngörü
bağlamında oldukça tehlikeli yaklaşımı ise Kürtlere dönük daha fazla baskıyı ve
zoru öngörmekte, yeni Roboski’lere cevaz vermekte ve son tahlilde Türkiye için
90’ları mumla arayacağımız bir ülkenin fotoğrafını çekmektedir.
-Yazı 12.10.2012 tarihli Özgür Gündem Gazetesi'nde yayınlanmıştır.