12 Temmuz 2015 Pazar

SSCB SONRASINDA PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ DENEYİMLERİ: KIRGIZİSTAN ÖRNEĞİ

   SSCB SONRASINDA PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ DENEYİMLERİ:
 KIRGIZİSTAN ÖRNEĞİ

                                                                                                                                     

GİRİŞ:

Bu çalışmada 1980’li yıllarda uygulanan Perestroika[1] ve Glastnost[2] politikalarının 90’ların başında başarısız olması sonucu Bağımsız Devletler Topluluğu çatısı altında yeniden örgütlenen devletler incelenecektir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra merkezi planlamaya sahip olan bağlı devletlerin piyasa ekonomisine geçiş süreçleri ve bu süreçlere dair ortaya çıkan ekonomik sorunlar irdelenmeye çalışılacaktır. Bu çerçevede Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) bünyesindeki ülkelerin genel hatları ile ekonomik tahlillerinin yapılması, piyasa ekonomisine yönelik yapısal dönüşüm reformları ve söz konusu ülkelerin uluslararası toplumla olan ekonomik entegrasyon süreçleri ele alınacaktır.

Bilindiği üzere 8 Aralık 1991 tarihinde, Belarus, Rusya Federasyonu ve Ukrayna devlet başkanları tarafından bir anlaşma gerçekleştirilmiş ve söz konusu tarihsel belgede “SSBC'nin uluslararası hukuk ve jeopolitik gerçeklik olarak varlığının sona erdiği” ilan edilmiştir. Bunun hemen sonrasında Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) kuruluş anlaşması olarak kabul edilen Belovejsk Anlaşması’ imzalanmıştır. Orta Asya ve Doğu Avrupa coğrafyasında irili ufaklı birçok yeni devletin kuruluşuna sahne olunan bu süreç, “yakın tarihin en müthiş jeo-politik depremi” olarak tanımlanmaktadır (Caratini: 1992). İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan ve yüzyılın en büyük siyasal-ekonomik-askeri rekabetine yol açan iki kutuplu dünya dengesi, böylelikle hukuken ortadan kalkmış ve yeni bir döneme geçilmiştir. Mevcut durumda BDT, eski SSCB cumhuriyetlerinden 12'sini (Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Rusya Federasyonu, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Ukrayna) kapsamakta olup, bu yapılanma içerisinde eski SSCB cumhuriyetlerinden sadece 3'ü (Estonya, Letonya, Litvanya) yer almamaktadır. (Gürcistan da 2008 yılında topluluktan ayrıldığını açıklamıştır). Topluluğun oluşum süreçlerinde, birçok zorluklar ortaya çıkmış olmakla birlikte, özellikle ekonomik sistemlerin ortaklaştırılması ve homojen bir ekonomik alan oluşturma çabaları devam etmektedir. Elbette planlı ekonomiden piyasa sistemine geçiş, kurumsal ve yapısal değişimleri içeren kompleks bir süreçtir; dolayısıyla bu sürecin son derece sancılı ve zorlu olacağı daha en başından aşikar olan bir durum olmuştur. Ülkeler bir yandan kendi siyasal yönetim mekanizmalarını oluşturmaya çalışırken, öte yandan piyasa ekonomisine tam geçişin sıkıntılarıyla baş etmek durumunda kalmışlardır.
  

BDT’NİN OLUŞUM SÜRECİ VE MİSYONU:

SSCB’yi oluşturan cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilan etmelerinin ardından, 7-8 Aralık 1991’de Minsk’te toplanan Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Belarus devlet başkanları Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kurdular. SSCB’nin hukuki olarak 1991 sonunda yıkılması sonrasında Rusya Federasyonu onun “devam eden devleti” olarak uluslararası topluluğa katıldı. Sovyetler’in son başkanı olan Gorbaçov son çaba olarak yeni bir “İttifak Sözleşmesi” yapmak amacıyla bağlı cumhuriyetleri davet etmekteydi. Yeni yapılacak sözleşmede Moskova’nın her alandaki rolünü en aza indirerek, bağlı cumhuriyetlerin yetki ve karar alma süreçlerinde da esnek bir biçim almayı önermekteydi. Fakat kısa bir süre sonra yaşananlar, artık Sovyetler’in varlığını sürdürme imkanlarının tamamen ortadan kalktığına işaret etmekteydi. Hem uluslar arası politik arenada yalnızlaşan hem de içerden yükselen muhalefet baskısıyla baş etmekte zorlanan SSCB, çok hızlı bir biçimde dağılarak on beş yeni bağımsız devletin ortaya çıkmasını engelleyemeyecektir. Söz konusu tarihe kadar Sovyetler’i oluşturan cumhuriyetlerin çoğunluğu artık kendi bağımsızlıklarını ilan ederek ilgili yasal düzenlemeleri kabul etmiştir.
SSCB sonrası BDT’yi meydana getiren devletler, birliğin kuruluş anlaşması olan Belovejsk Antlaşması’nın girişinde şöyle demektedirler; “Biz, Belarus Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Ukrayna, 1922 tarihli SSCB Birlik Antlaşması’nı imzalamış kurucu devletler olarak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin devletler hukuku süjesi ve jeopolitik gerçeklik olarak sona erdiğini beyan ediyoruz” (Hüseynov). Bu deklerasyonun kısa bir sure sonrasında 21 Aralık 1991’de SSCB’nin eski onbeş üye devletinden Baltık ülkeleri ve Gürcistan haricindeki onbir devlet, Kuruluş Anlaşması’a ek olarak Alma-Ata Deklerasyonu’nu imzalayarak BDT’nin kuruluşunun temelini teşkil etmişlerdir. Böylelikle artık yeni bir dönemin kapısı da aralanmaktadır. Eski Sovyet ülkelerinin de katılımıyla artık planlı ekonomi yerine serbest piyasa ekonomisi kurallarının hakim olacağı ve siyasal/idari yapılanma anlamında bağlı tüm ülkelerde daha ademi merkeziyetçi bir oluşum meydana gelmektedir.
Ancak yaşanan bu gelişmelerin ardından yepyeni sorunlar ortaya çıkacaktır. SSCB’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki sürekli üyeliği, taraf olduğu devletlerarası antlaşmalardan doğan yükümlülükleri, borç ve alacakları gibi hususların nasıl çözüme kavuşturulacağı gibi konular birer ulslararası problem olarak  ortada durmaktaydı. Bu noktada yeni oluşan BDT’nin kuruluş belgelerinde şöyle bir hüküm yer almaktadır; “Topluluğa katılan devletler, eski SSCB’nin taraf olduğu antlaşmalardan doğan devletlerarası yükümlülüklerin yerine getirilmesini garanti etmektedir.” Hiç kuşku yok ki, sadece bu hükme dayanarak SSCB'nin devletlerarası hak ve yükümlülükleri ile ilgili tüm konuların çözüme kavuştuğunu düşünmek yanlış olacaktır. Atılan bu adım sadece halefiyet konularının hukuken düzenlenmesi yönünde yürütülmesi gereken zor sürecin bir başlangıcı niteliğindedir.
SSCB'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan halefiyet konularının bazı temel özellikler
arz ettiğini söyleyebiliriz. Öncelikle, SSCB dağıldıktan sonra oluşan yeni devletler
halefiyet sorunlarını büyük ölçüde o dönemde henüz yürürlüğe girmemiş 23.8.1978
tarihli Viyana Devletlerin Antlaşmalara Ardıl Olma Sözleşmesi ve 8.4.1983 tarihli Viyana
Devletlerin Devlet Malları, Arşivleri ve Borçlarına Ardıl Olma Sözleşmesine göre
düzenlemiştir. Fakat bu süreç içinde Rusya'nın "SSCB'nin devam eden devleti" olarak
tanınması farklı formüllerin aranmasını zorunlu kılmıştır. Ayrıca devlet malları,
borçları ve arşivleri konusunda mevcut olan bilgilerin Sovyetler Birliği içinde çeşitli
ideolojik gerekçelerle gizli tutulması yeni bağımsız devletler bakımından önemli bilgi
eksikliğine neden olmuştur. Son olarak, SSCB dağıldıktan sonra tüm halefiyet konulan
BDT çerçevesinde düzenlenmiş, dolayısıyla BDT Sovyetler Birliği'nin dağılması ile
ilgili ortaya çıkan sorunların görüşüldüğü temel forum işlevini de yerine getirmiştir.


Piyasa Ekonomisine Geçiş Sürecinde BDT Ülkeleri:
SSCB’nin hukuken ortadan kalkması sonrasında eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşanan süreç, genel olarak “transition” (geçiş) süreci olarak adlandırılmaktadır. Geçiş sürecinin ekonomik dönüşüm yönünden “Merkezi Planlama Ekonomisi”nden “Piyasa Ekonomisi”ne geçiş göstergeleri açısından değerlendirildiği görülmektedir. Bilindiği üzere, uygulama açısından ekonomik sistemler, genel olarak bir tarafta bir bütün olarak devlet mülkiyetinin olduğu (özel mülkiyet yoktur veya son derece sınırlıdır) ve fiyatlar, kaynak dağılımı ve kaynak etkinliği kararlarının tamamen merkezi bir otorite tarafından verildiği “Merkezi Planlama Ekonomileri”, diğer uçta da ekonomik süreçlere dair tüm kararların tamamen piyasa tarafından verildiği ve özel mülkiyet ve teşebbüsün tam anlamıyla egemen olduğu “Piyasa Ekonomileri” olarak tanımlanmaktadır. Bunların yanında bir üçüncü seçenek de 1930’lu yılların sonlarından itibaren yaygın bir uygulama alanı bulan Keynesyen analizlere dayalı “Karma Ekonomiler” şeklinde adlandırılmaktadır. Karma ekonomik sistem anlayışının dünya ölçeğinde yaygın bir şekilde taraftar bulduğu 1940’lı ve 1950’li yıllardan sonra, 1960’lı yılların sonlarından itibaren karma ekonomilerin piyasa ekonomilerine dönüşümüne yönelik bir akım zaten Neo-Klasik bir anlayış çerçevesinde sürdürülmüştür. 1980’li yılların sonlarıyla birlikte ise, merkezi planlama ekonomilerinin piyasa ekonomilerine dönüşümü önemli bir konu olarak gündemde yerini almıştır. Ancak söz konusu geçiş süreci birdenbire gerçekleşmemiştir. Yukarıdaki üçlü sınıflandırma üzerinden bakıldığında, aslında eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşananları merkezi planlama ekonomilerinden karma ekonomiye, daha sonraki bir aşamada da karma ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş çerçevesinde değerlendirmek en doğru yaklaşım olacaktır. Böyle olunca da söz konusu ekonomilerin keskin bir dönüşüm sergileyerek hemen piyasa ekonomisine geçmelerini ve onun tüm karakteristiklerini göstermelerini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bu ekonomilerin kısa sürede piyasa ekonomisinin başlıca unsurlarını tamamen bünyelerine katmaları rasyonel olmayan bir beklenti olacaktır.
Piyasa ekonomisine geçişe dair böylesi bir temel perspektif belirlendikten sonra, söz konusu geçiş süreçlerinin başlıca göstergelerinin hangi unsurları içerdiğini ortaya koymak gerekmektedir. Bu unsurları şu şekilde ortaya koymak mümkündür:
a)      Mikro ekonomik göstergeler açısından, ülkede gerçekleşen ekonomik faaliyetlerin serbestleştirilmesi bağlamında fiyat hareketlerinin ve kaynak dağılımı ile kaynak etkinliğinin sağlanması işlevinin kademeli bir şekilde piyasaya bırakılması gerekmektedir. Böylelikle piyasalardaki başlıca dengelerin mümkün olduğu kadar fiyat sinyallerine dayalı bir biçimde oluşmasına izin verilecektir. Özelleştirme uygulamaları bu noktada önem kazanmaktadır.
b)      Makro ekonomi bağlamında ise, fiyatlar tarafından belirlenen piyasa dengelerinin oluşabilmesi için gereken ortamların tesis edilmesidir. Özellikle ekonomik istikrar göstergelerinin piyasayı oluşturan unsurlar açısından güven veren, istikrarlı bir noktada tutulması gerekmektedir. Bunun sağlanması içinse, öncelikle ülkenin bütçe uygulamalarının ve kamusal gelir/gider sistemlerinin piyasaları destekleyecek bir yapıya kavuşturulması elzem olmaktadır.
c)      Üçüncü önemli husus ise söz konusu geçiş sürecindeki ekonomilerin uluslar arası ekonomik sistemle entegre olabilmesi için düzenlemelerin gerçekleştirilmesidir. Uluslar arası ekonomik ve ticari sistem, geçiş ekonomisi politikalarının başarılı ve/veya başarısız olma noktasında en başlıca veri durumundadır (Sipahi, 2010).

Her şeyden önce BDT’nin kuruluşu tüm dünyada ve bölge devletleri tarafından yakından takip edilmekte ve gelişmeler sürekli olarak dikkatle tartışılmaktadır. Çok büyük bir coğrafi alana yayıla, ekonomik yer altı ve yer üstü kaynakları, işgücü potansiyeli, üretim ve pazar olarak hem büyük bir potansiyele sahip olan hem de geleceğe dair pek çok soru işretlerini barındırmayı sürdüren bu yapının geleceği kuşku yok ki tüm ülkeler ve uluslar arası ekonomik/siyasal organizasyonlar tarafından önemsenecektir. SSCB sonrasında ortaya çıkan konsept dahilinde yapısal anlamda çok önemli değişimler yaşanmakla beraber, asıl bundan sonra neler yaşanacağı sorusu önemli olmaktadır. Sovyet blokuna üye devletlerin bağımsızlıklarını kazanmaları ile beraber farklı bir süreç başlamış ve bu sürecin herhangi bir kesintiye ve başarısızlığa uğramadan sürdürülmesi gerekmekteydi. ekonomik örgütlenme modeli anlamında tamamen devletçi ve merkezi planlamacı bir yapıdan, piyasa ekonomisine veya başka bir ifadeyle pazar ekonomisine geçiş süreci kolay olmayacaktı. En temelde buna benzer geçiş süreçleri var olan üretim tarzının rakipleriyle rekabet edememesi gibi iktisadi bir travmayla başlar. Travmanın ardından iktisadi anlamda bir kaos yaşanır ve söz konusu kaosa çıkış aranması süreci ile devam eder. Çıkış arayışının ardından ise öğrenme süreci başlar ve bu arayış böylece son bulur (Akalın, 2002; 15). Bütün bu aşamalarda eski kurumsal yapıların değişime karşı direnç gösterdiği ve bu dirençten kaynaklanan birçok ekonomik istikrarsızlığın ortaya çıkabildiği görülmektedir. Ekonomik geçiş süreçleri siyasal istikrarsızlıklarla birleştiği takdirde anlatılan kaos süreçleri daha uzun sürebilmekte ve ülkenin genel istikrarını da olumsuz etkilemektedir.
Geçiş süreçlerinin tahlil edilmesi bağlamında Kurumsal İktisat yaklaşımının başlıca değerlendirmesi toplumda üç hususta yaşanan ve/veya yaşanacak olan değişime işaret etmektedir: Bu hususlardan ilki beşeri sermaye olarak da adlandırılan çalışan insan kalitesinin nitelik ve nicelik olarak arttırılmasıyla ilgilidir. İkinci husus her türlü bilgi donanımının varlığı ve geliştirilmesi ve son olarak da müteşebbisleri heyecanlandıran ve isteklendiren bir kurumsal yapıdır (North, 1999; 9). Ancak ekonominin dışa açılma süreciyle birlikte, küresel pazara uyum gösteremeyecek ve rekabete yenik düşecek bir devletçi ekonomi mantığından hareket etmekte, ısrarcı uygulamaların ise israfı arttırıp yoksulluğu azdıracağı düşünülmektedir. Sonuç olarak talepteki yetersizliğin sonucunda arzda kısıntıya gidilmesi zorunlu bir hale gelecek ve bunun sonucunda ülkenin üretiminde, istihdamında meydana gelecek azalmanın negatif toplumsal maliyeti yoksulluğun artması olarak ortaya çıkacaktır. Bu da BDT’yi meydana getiren Rusya, Belarus, Ukrayna, Kırgızistan, Ermenistan, Moldova, Azerbaycan, Tacikistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan açısından uluslararası ekonomik zincirinden kopma sonucu yaratması anlamına geleceğinden IMF ve Dünya Bankası gibi uluslarüstü iktisadi örgütlenmeler geçiş sürecine ilişkin bu ülkelere tavsiye, değerlendirmelerde bulunmakta ve mali destek sağlamaktadırlar.
BDT içerisinde yer alan devletlerin serbest piyasa ekonomisine geçiş süreçlerine dair karakteristik temel özellikler şu şekilde sıralanabilir:
a)      Sanayileşmede yetersizlik, teknolojik olarak geri kalmışlık durumu,
b)      Tarımsal nüfus yüksek olmasına rağmen tarımda verimliliğin ve gelirlerinin azlığı,
c)      Tek tek tüm ülkelerde sosyal ve etik kodların tam olarak yerleşmemiş olması ve buna bağlı olarak güven düzeyinin düşüklüğü,
d)      Regülasyonların piyasa için yük olması,
e)      Finansman imkanlarının sınırlı ve düşük ölçekli olması,
f)       Kurumsal yapılarda aksamaların olması,
g)      Popülist politikalar ve bununla bağlantılı rant dağıtımının engellenememesi,
h)       Piyasa ekonomisi açısından olmazsa olmaz niteliğindeki hukukun üstünlüğü ilkesinin tam olarak uygulanamıyor olması,
I)                    Ekonomik alanda doğru kararlar alınması için elzem olan sağlıklı verilerin olmaması.
Burada ifade edilen sorunlar bir araya geldiği takdirde ülkenin üretim ve istihdam politikaları konusunda yetersizlikler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla da ekonomik kalkınma sürecini ve uluslar arası piyasaya entegre olma süreçlerini sekteye uğratmaktadır. Geçiş süreçlerine dair tek bir reçete olmamakla birlikte, piyasa ekonomisinin hangi çerçevede olabileceği her ülke açısından aynıdır. Bu konuda özgün uygulamalar geliştirme şansı bulunmamaktadır. Tüm bileşenler üzerinden bir değerlendirme yapıldığında 1998’de Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelik sürecini ilk tamamlayan BDT üyesi devlet olması sıfatıyla Kırgızistan deneyimi, piyasa ekonomisine geçişte nispeten başarılı bir performans ortaya koymaktadır. Buradan hareketle geçiş sürecinin başarılı biçimde gerçekleştirilebilmesi bağlamında belirleyici olan faktörlere bakmak yararlı olacaktır.

Piyasaya Geçişte Büyümeyi Belirleyen Faktörler:

Tek tek ülke ekonomileri üzerinden değerlendirme yapıldığında, ekonomik büyümenin farklılıklar göstermesi, bu ülkelerde görülen büyümeyi belirleyici faktörlerin yarattığı bir sonuç olarak okunmaktadır. Bu noktada ekonomik büyümenin belirleyen faktörler temelde beş grupta ele alınmaktadır. Bu faktörler farklı değişkenlikler arz etmekle beraber, aslında birbirlerinden çok bağımsız da değillerdir.
A. Ekonomik Faktörler: Büyümede belirleyen durumundaki değişkenlerden ilki ekonomik faktörlerdir. Bu başlık altında özellikle ülkenin ekonomi politikalarıyla sağlanan makroekonomik istikrar, ülkenin üretim ve istihdam alanlarını büyüten sermaye birikimi ve buna yönelik yatırımlar, uluslar arası dış ticarette kurulan düzey ve bunu belirleyen dışa açılma politikaları ile dış borçlar konusu, son olarak da ekonomik alanda yürütülen yapısal değişim reformları ele alınmaktadır.
B. Demografik Faktörler (Nüfus): Nüfus değişimine bağlı olarak aktif işgücünde meydana gelen değişim ekonomik büyümenin temel belirleyicilerinden biridir. Nüfus artışının yanı sıra nüfusun genç veya yaşlı olması, eğitim düzeyi, sağlık koşulları, cinsiyet yapısı ve etnik yapısı da büyüme için önemlidir. Nüfusun eğitilmiş, sağlıklı ve işkolunun gerektirdiği teknik bilgi ve beceriye sahip olması da üretim verimliliğini artıran bir faktördür. O halde nüfus artış hızının yanı sıra nüfusun eğitim düzeyi, sağlığı, sosyal standartları da ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynamaktadır.
C. Teknolojik Gelişme: Sermaye birikiminin ve yeni yatırımların yapılması geçiş süreçlerinde ekonomik büyüme için temel koşullardandır. Üretim artışı bu şekilde ekonominin üretim kapasitesi artırılarak gerçekleştirilebileceği gibi üretim etkinliği veya verimliliği artırılarak da gerçekleştirilebilir. Üretimde verimliğin artması ise teknolojik gelişme anlamına gelmektedir.
D. Doğal Kaynaklar, Coğrafya ve İklim: Geçiş sürecindeki ülkenin doğal kaynaklar konusundaki zenginliği, ülke coğrafyasının ve iklim koşullarının üretim faaliyetlerine elverişliliği ekonomik büyümeyi belirleyen önemli faktörlerdendir. Diğerlerine nazaran daha zengin doğal kaynaklara, elverişli coğrafyaya ve iklim koşullarına sahip ülkelerin daha yüksek büyüme oranlarını yakalaması beklenir.
E. Ülkeye Dair Sosyo-Politik ve Kültürel Faktörler: Ülkelerin sahip oldukları siyasi, sosyal ve kültürel özellikler de ekonomik büyümenin belirleyicileri arasında yer alırlar. Politik istikrarsızlıkların, etnik-dinsel-mezhepsel çatışmaların ve savaşların ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır. Bunların yanında destekleyen diğer etmenler olarak ülkedeki siyasi kurum ve mekanizmaların işlevsel olması, hukukun üstünlüğü ve demokratik ilkelerin, insan haklarının yerleşmiş olması da önemli siyasi niteliklerdendir.

BDT Ülkelerinde Geçiş Dönemi Ekonomik Göstergeleri ve Sorunları:

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlıklarını elde eden BDT ülkeleri, geçiş döneminin başlangıç süreçlerinde üretim konusunda ciddi düşüşler sergilemiştir. Ekonomi literature tarafından geçiş dönemi durgunluğu adıyla ifade edilen bu durum 1990’lı yılların ikinci yarısına kadar devam etmiştir. Bu dönemin ciddi resesyon ve ekonomik depresyon süreçlerinden daha derin ve de uzun süreli olabileceği belirtilmektedir. Bir kıyaslamaya gidildiğinde BDT ülkelerinde piyasaya geçiş süreci, 1930’ların ilk yarısında Batı dünyasında yaşanan ekonomik resesyon döneminden daha vahim rakamlara ulaşıldığı görülebilmektedir. 1995’lerden itibaren BDT ülkelerinde yaşanan yoğun siyasal belirsizliklerin ortadan kalkması ve bu ülkelerin bazılarında yaşanan savaşların ve etnik gerginliklerin son bulmasıyla makroekonomik istikrar ve reform programları hız kazanmıştır (Aktay vd, 2010). Siyasi ve ekonomik istikrarın yanı sıra genelde tüm BDT ülkelerinde gerçekleştirilen yapısal reformlar üretim üzerinde de etkisini göstermeye


başlamıştır. Gerçekleştirilen yapısal reformlar üretim faktörleri arasında kaynakların daha verimli bir biçimde yeniden dağılımını da sağlamıştır. Verimlilik artışının sağlanması ise doğal olarak üretim düzeylerinde artışa neden olmuştur. Dile getirilen ilk dönem küçülme ve sonrasındaki yapısal değişimlerle beraber ortaya çıkan büyüme olguları grafikt üzerinde de görülebilmektedir.
           



























Grafik 1:  BDT Ülkelerinde GSYİH Artışı (1989 = 100)
Kaynak: EBRD, Transition Report, 2001–2007 GSYİH artışı verilerinden yararlanılarak çizilmiştir. (Ağayev ve Yamak, 2009)







Çalışmanın başından buraya kadar ortaya konulmaya çalışılan genel çerçeve ve arka plana bağlı olarak Sovyetler Birliği’nin ardılı olduğu ifade edilen Bağımsız Devletler Topluluğu’nun makroekonomik performansı ortaya konulan başlıca göstergeler ışığında karşılaştırmalı olarak değerlendirilebilir. Bu noktada bir ülkenin makroekonomik performansı ve istikrarını genel olarak anlayabilmek için, ülkenin sahip olduğu büyüme hızı, enflasyon oranları, işsizlik verileri ve ülkenin uluslar arası ekonomik ilişkilerinin incelenmesi gerekmektedir.
Yukarıdaki grafikte de görüldüğü gibi, 1990-19995yılları arasındaki dönemde geçiş ekonomilerinin hepsinde çok ciddi boyutlarda daralmalar görülmüştür (Fidrmuc, 2003). Ekonomilerdeki bu daralma durumu ülkelerin özgün nitelikleri ve tek tek her ülkede uygulanan ekonomi politikaları ve siyasal istikrarın sağlanması süreçleri sonrasında, farklı yıllarda yeniden yükseliş trendi içerisine girmişlerdir.
Piyasa ekonomisine geçiş döneminde yaşanan üretim kayıpları, 1990-2000 döneminde Rusya için yüzde 44, Azerbaycan için yüzde 63, Kazakistan için yüzde 39, Kırgızistan için yüzde 50, Tacikistan için yüzde 60, Türkmenistan yüzde 48 ve Özbekistan için yüzde 17 oranlarında gerçekleşmiştir (Fidrmuc, 2003). Bu ülkeler son yıllarda gösterdikleri olumlu büyüme oranlarıyla ekonomide yaşanan ciddi daralmayı dengeleyebilmişler ve 1989 yılındaki seviyelerini ancak yakalayabilmişlerdir.
BDt ülkelerinde geçiş dönemi ekonomilerinde ortaya çıkan sorunlar ekonomik teori ile pratik arasındaki karşılıklı etkileşim çerçevesinde “yaparak öğrenme” şeklinde çözülmeye çalışılmıştır (Campos ve Coricelli, 2002). Planlamacı sistemin kalkması ve DTÖ, IMF, Dünya Bankası gibi ulus üstü ekonomik organizasyonların çeşitli öneri ve yönlendirmeleri doğrultusunda, söz konusu ülkelerde uygulanacak olan reformların ekonomi üzerindeki aşırı politik denetimlerin kalkmasına ve orta vadede refahın artacağı şeklinde bir iyimser bakışa neden olmasına yol açmıştır. Bu iyimserliğin ve bu ülkelerin hızlı bir yükselişe (take-off) hazır oldukları beklentisinin oluşmasına, eski Sovyetler Birliği ülkelerinin sanayileşmişlikleri (gelişmişlikleri), kabul edilebilir eğitim ve sağlıklı işgücü seviyeleri ve düşük nüfus artış hızları katkıda bulunmuştur (Campos ve Coricelli, 2002:793).
Geçiş Sürecinin Temel Sorunları ve Yolsuzluk:
Geçiş dönemi ekonomisini belirleyen ve üzerinde politikalar geliştirildiği takdirde büyüme etkisini arttıran faktörlerin başında yolsuzluk konusu gelmektedir. Siyasi ve toplumsal ortam olarak farklılıklar arz etmekle beraber BDT ülkeleri bağlamında ortak bir sorun olarak ortaya çıkan bu durum, piyasa ekonomisine geçiş ve ekonomik kalkınmanın sağlanması süreçlerinde en çok öne çıkan sorun durumundadır. Yolsuzluğu yaratan ve gelişmesini sağlayan faktörler en aza indirilmediği sürece büyüme oranları akim kalmaktadır. Bu yüzden her şeyden önce bu kavrama dair sağlıklı bir analizin ve rasyonel çözüm önerilerinin sunulması elzem olmaktadır.
            Her şeyden önce piyasaya geçiş sürecindeki BDT ülkelerinde ve toplumlarında büyük ekonomik sıkıntılar mevcuttur. İlk süreçlerde nüfusun yarısından fazlası fakirlik ve açlık sınırının altında bulunmaktadır. Çalışan kesimler de düşük gelirli durumdadır. Benzer biçimde işsizlik oranları hayli yüksek göstergelerde devam etmektedir. Rüşvet ve yozlaşmanın yayılması ve hatta yaşam standardını arttırıcı bir yan olarak görülmesi de bu zemin üzerinde ortaya çıkmaktadır. Ülkedeki üretim ve tüm büyük gelirler dar bir yönetici ve elit grup içerisinde paylaşılmaktadır. Mali kaynakların bu hakim zümrelerin elinde adaletsiz biçimde toplanması sonucunda ranta dayalı olarak yaşayan ve ülke gelirlerinin büyük bir kısmına el koyan bir kesim oluşmaktadır. Ülke ekonomisinin esas kısmının belli bir yönetici grup tarafından yönlendirilmesi ve bunlarında ya sözü geçen elit sınıf mensubu ya da onlarla işbirliği içindeki bürokratlardan müteşekkil olması, yozlaşmayı daha bariz kılmaktadır.
Geçiş sürecinde ülke yönetiminin ister devlet kurumlarında, isterse de özel sektörde birbirine bağlı olarak akrabalık-yerlicilik (nepotizm, crony - capitalism) taraftarı olan bir grubun elinde merkezileşmesi sonucu ülkedeki gelir dağılımı konusunda bir uçurum ortaya çıkmaktadır. Ülke dışı kaynaklardan alınan yabancı kredilerin büyük kısmı da bu ilişkiler sarmalı arasında boşa gitmekte ve hortumlanmaktadır. Ekonomik alanda gerçekleşen özelleştirme uygulamaları da bir grubun tekelinde olduğu için, toplumun ve devletin ortak varlığı olan tüm varlıklar üst düzey yöneticiler, onların aile bireyleri ve akraba ilişkileri arsında paylaşılmaktadır (Tandırcıoğlu, 2002). Böyle olunca da, aslında ülke ekonomisini serbest piyasaya geçirmede öncü misyona sahip özelleştirme uygulaması belli bir dar kesimin zenginlik ve refahını arttırırken, diğer yanda büyük çoğunluk durumundaki çalışan emekçi halk yığınlarını mevcut yoksulluk ve yoksunluk sınırlarının daha da altına doğru itmektedir.
Geçiş sürecinin bir değer temel özelliği olan demokratik-çoğulcu bir idare biçimi ve toplumsal hayat iken, söz konusu ülkelerin birçoğunda demokratikleşme konusunda demagojik söylemlerden pratik uygulamalara geçilememesi durumu ortaya çıkmaktadır. Bazı örneklerde hakimiyet uzun yıllar aynı insanlar veya aileler tarafından zapt edilerek yürütülmüş ve aslında monarşist eğilimler taşıyan yönetimler tarafından halk kesimleri sömürüye ve baskıya maruz bırakılmışlardır (Altay, 2003). İnsanların toplumun kendi devlet yetkililerine güveninin kaybolması demokrasi seçim yoluyla onların değiştirilmesinin mümkünsüzlüğü gibi psikolojik durumlara düşürülmesi, sonunda kitlesel psikolojik sorunların yaşanmasına, suiistimal olaylarının, hak gasplarının yüksek oranda artışına yol açmaktadır.
            Yukarıda dile getirilen uygulamalar toplumu ekonomik sıkıntılara sokarak sahip olduğu manevi değerlerin dejenere olması sonucunu doğurmaktadır. Bazı deneyimlerde aile yönetimi gibi fiili bir sistemin oluşturulması çabaları ve bu durumdan çıkarları beslenen belli devletler tarafından bu durum kabul edilmesi, hatta meşruiyet kazandırılmaya çalışılması durumu daha vahim hale getirmektedir.  Bu duruma itiraz eden ve halk kitleleri üzerinden muhalefeti geliştirmeye çalışan kesim ve örgütlenmeler de yoğun baskılara, militarist uygulamalara maruz bırakılarak sönümlendirilmeye çalışılabilmektedir. Ne zaman ki yaşananlar karşısında ulus sınırları ötesinden, küresel demokratik güçler ve uluslararası örgütlerden gelen baskı artar; o zaman da yine aynı kesimlerin kendilerinin organize ettiği göstermelik muhalefetler oluşturularak söz konusu baskılar bertaraf edilmektedir. Durum böyle olduğunda zaten yoğun ekonomik ve sosyal çöküntü içerisinde yaşamak zorunda bırakılan halk kesimleri radikal eğilimlere yönelmekte ve bu süreçler hem devleti hem de toplumu yoğun olarak yıpratmaktadır (Nazpary, 2003). Sonuç olarak, yolsuzluktan kaynaklanan bu yozlaşma bir zincir oluşturarak siyasi ve toplumsal ortamda ciddi problemlerin ortaya çıkmasına ve hatta isyana kadar varan gerilimlerin oluşturulmasına sebep olmaktadır.
Şurası çok açıktır ki ekonomik yaşamın iyileştirilmesi ve kalkınma gibi süreçler, ülkede yaratılan siyasi istikrara ve toplumsal mutabakata dayalı olarak gelişmektedir. Gerçek demokrasi olmadığında sadece demokrasinin mevcutluğu havasının yaratılmaya çalışıldığı takdirde ne hakiki seçim vardır, ne hakiki seçmen, ne de yatırım iklimi vardır. Yatırımı teşvik eden nedenler de ortadan kalkar, adaletli paylaşım da, adaletli zengin olan da. Böyle bir ortamda maneviyat yok olacaktır. Maneviyatı besleyen eğitim ortamı, doğruluk, dürüstlük vb. örnekler de ortadan kalkar. Sonuçta kaos kaçınılmaz hale geldiğinde toplumsal ve ekonomik yaşamda çöküntü ve bu alanlarda yeniden en başa dönme durumu tezahür edecektir. BDT ülkeleri arasında bu konularda sıkıntılar yaşamamış çok az ülke bulunmakla beraber Gürcistan (2003), Ukrayna (2004) ve en son Kırgızistan (2010)’da tanık olunan manzaralar anlatılan süreçleri doğrulamaktadır. Son olarak Özbekistan’dan dünya kamuoyuna yansıyan şiddet ve kalkışma haberleri de bu anlatılan süreçlerin devamı niteliğindedir. Her ne kadar buradaki kalkışma askeri yöntemlerle bastırılmış olsa da yolsuzluk, yozlaşma, gelir dağılım adaletsizliği, demokrasi ve insan hakları alanlarında ihlaller gibi olgular varlığını sürdürdükçe bu durum sürecektir.

BDT ÜLKELERİ ARASINDA GEÇİŞ DÖNEMİ EKONOMİSİNDE ÖRNEK DENEYİM:
KIRGIZİSTAN

Kırgızistan SSCB’nin dağılması sonrasında, 15 Aralık 1990’da egemenliğini, 31 Ağustos 1991 tarihinde de bağımsızlığını ilan etmiştir.  21 Aralık 1991 tarihinde Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye olan Kırgızistan, bağımsızlık sonrası dönemde, topluluk çatısı altındaki ülkeler ve özellikle de Türk Cumhuriyetleri içinde, siyasi ve ekonomik anlamda en aktif uluslararası ilişkiler politikası izleyen, liberal ve demokratik ülkedir (Çiftçi, 2004). Ancak diğer tüm ülkelerde ve Türk cumhuriyetlerinde olduğu gibi, Kırgızistan’da da bağımsızlık heyecanı fazla sürmemiş, kısa sürede baş gösteren ekonomik ve sosyal sorunlar halk üzerinde karamsarlık ve güvensizlik ortamı yaratmıştır.

Kırgızistan örneği bütün özellikleri itibariyle piyasaya geçiş ekonomisi karakteristiklerini yansıtmaktadır. Kırgızistan’da doğal kaynakların süreç içerisinde değerlendirilmesine ilişkin çalışmalardan başarılı sonuçlar alınmasıyla beraber, başka sektörlerin de geliştirilerek ülke ekonomisinin, geniş tabanlı ve dengeli bir kalkınmaya doğru yönelmesine daha fazla önem verilmeye başlanmıştır. SSCB sonrasında Kırgızistan, ekonomisini yeniden yapılandırmaya mecbur kalmış; yüksek enflasyon, işsizlik ve aşırı borç yükü gibi olumsuz parametreleri olumluya çevirmenin yollarını aramıştır. Bu çerçevede IMF ile 1994 yılında bir program hazırlanmış, bu programda enflasyon ve bütçe hedeflemesine gidilmiştir (Ramazanoğlu ve Acar). IMF ve Dünya Bankası’nın yapısal değişim programları çerçevesinde başarılı sonuçlara ulaşıldığı söylenebilir.
İçinde bulunulan durum genel olarak değerlendirildiğinde, Kırgızistan’ın, serbest piyasa ekonomisinin gelişmesi bakımından doğru yolda olduğunu söylemek mümkündür. BDT’deki konumu, DTÖ üyeliği ve Pazar iktisadiyatına yönelik çalışmaları göze çarpan ülkelerden birisidir. Bu bağlamda özellikle ülkede mevcut siyasi ve makro ekonomik istikrar, ekonomik gelişmeyi kolaylaştırıcı etmenlerdendir. Ancak ne bu etmenler, ne de kabul edilen kararlar geniş tabana hitap eden dengeli kalkınma için tek başlarına yeterli değildir. Buna ilaveten Kırgızistan’da yoksulluğun ortadan kaldırılması ve ülkenin sağlıklı bir ekonomik yapıya kavuşması için öncelik, demokrasinin ve hukukun üstünlüğü ilkesinin varlığından ve işleyen pazar ekonomisinin oluşmasından geçmektedir.
 Kırgızistan Ekonomisi
Kırgızistan ekonomisi hayvancılık, orman ve tarıma dayalı bir özelliktedir. Ülkede hayvansal ürünler üzerine gelişen ve sonuçta et, deri, yün ve halı ihraç eden bir ekonomik yapı oluşmuştur. Tarımın en önemli can damarı olan sulak arazilerde buğday, pamuk, kenevir, tütün, yağlı tohumlar, şeker pancarı, üzüm, mısır gibi muhtelif meyveler ve sebzeler yetiştirilmesi de önemli bir imkândır. Çalışan nüfusun %34'ü tarım ve ormancılık alanlarında istihdam edilmektedir. Ancak, ülkede sanayi yeterince gelişemediğinden, ihracatta tarım ürünlerinin payı oldukça yüksektir. Tarımın iklim ve benzeri etkilere çok açık olması dönemlik dalgalanmaları da beraberinde getirmektedir.
Ülke ekonomisinde yaşanan pek çok sorunun temelinde SSCB döneminde uygulanan merkezi planlamaya dayalı ekonomi politikasının etkileri bulunmaktadır. Bu dönemde SSCB sınırları içinde bulunan ülkelerin belirli alanlarda ihtisaslaşması ve ülkenin coğrafi, kültürel ve ekonomik yapılarına bakılarak ne tür üretim konusuna yöneleceği merkezden belirlendiğinden her ülke aynı ölçüde zenginliği paylaşamamıştır. Özellikle bu ülkelerin gümrük birliğine benzer bir yapıda, ürettikleri ürünleri SSCB bloku içinde satması karşılığında ihtiyaç duydukları ürünleri alması sonucunda uygulanan düşük fiyat politikaları etkinlik ve verimliliğin azalmasına yol açmıştır. En önemlisi ihtisaslaşma, ülkeleri birbirine bağımlı hale getirmiştir. Bu işbölümü ve uzmanlaşma Kırgızistan’ın hayvancılık ve kısmen de olsa tarıma yönelmesine yol açmıştır. Sonuçta Kırgızistan 3 milyonu büyükbaş ve at olmak üzere yaklaşık 15 milyon hayvanın yetiştirildiği bir ülke olmuştur (Ramazanoğlu ve Acar). Diğer sektörlerin yeterince gelişemeyişi ülkenin ithalata bağımlı ve dışsal şoklara açık hale gelmesine yol açmıştır. Merkezi planlama dönemine ait önemli bir uygulama, ülkedeki zengin akarsu kaynaklarından elektrik üretimine ağırlık verilmesidir. Bunun tabii sonucu da ihracat kalemleri içinde elektrik enerjisinin payının oldukça yüksek olmasıdır. Ancak, elektrik enerjisi üretiminde kullanılan teknoloji oldukça eski ve hantal olduğundan üretimde verimlilik sağlanamamakta ve dağıtımda büyük kayıplar yaşanmaktadır.
Ekonomik gelişme ve kalkınma bağlamında ülkenin önündeki en önemli sorun kalifiye işgücünün düşüklüğüdür. SSCB döneminin bir sonucu olarak, en kritik noktalarda ve teknik alanlarda Rusların istihdam ediliyor olması Kırgızistan’ın politika üretemeyişinde etkili olmuştur.
Neticede Kırgızistan diğer ülkelere nazaran daha az hammaddeye sahip olduğundan ülkeye kayda değer bir yabancı sermaye gelmemiştir. SSCB döneminde işbölümüne dayalı, dışa kapalı ve Sovyet Cumhuriyetleri ile büyük ölçüde entegre olan Kırgız ekonomisi, SSCB'nin dağılmasının ardından uğradığı üretim kayıpları nedeniyle ciddi sorunlarla karşılaşmıştır. Sanayi sektörünün ekonomideki payı büyük ölçüde savunma sanayine kaymış olup ülkede üretilen hammaddelerin işlenmesine yönelik sanayi sektörü küçük üretim kapasitesiyle çalışan bir sanayi haline gelmiştir. Eski ve yenilenemeyen işletmeler nedeniyle zaten sınırlı olan sanayi kapasitesinden yeterli sonucu almak dahi mümkün olamamaktadır. Bu durum ihracat imkânlarını büyük ölçüde azaltarak dış ticaret açığının artmasına neden olmakta ve dış ticaret açıkları borçlanmayla karşılandığından uluslar arası kurumlara bağımlılık artmaktadır.
Geçiş döneminde Kırgızistan ekonomisinin başlıca öncelikleri olarak; yasal altyapının sağlanması, idari sistemin daha işlevsel hale getirilmesi, özelleştirme sürecinin hızlandırılması, yolsuzluk ve ekonomik ranta dayalı yozlaşmanın önünün alınması, tam bir rekabet ortamı, kamu görevlilerinin eğitilmesi, yatırımcıların teşvik edilmesi ve korunması gibi konular ön plana çıkmaktadır. Geçen yıllar içerisinde özellikle özelleştirme konusunda ülkenin başarılı adımlar attığı kabul edilmektedir. 1998 Rusya krizi ile 2002 yılındaki madende yaşanan kaza sonucu meydana gelen üretim azalması dışındaki dönemde Kırgızistan, yılda ortalama %4,5 oranında büyümüştür (Çiftçi, 2004).
Kırgızistan, IMF’nin yanı sıra Dünya Bankası, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), Asya Kalkınma Bankası (ADB) gibi uluslararası kuruluşlarla da gelişen diyaloglarını sürdürmektedir. Bu kapsamda ülkede sulama sisteminin geliştirilmesi ve yargı reformu gibi konularda krediler sağlanmıştır. Sistemin iyileştirilmesine yönelik bu krediler yukarıdaki önerilerle örtüşmektedir. Yine IMF’nin bütün dünyada standart önerileri haline gelen borç yükünün indirilmesi, mali disiplinin sağlanması ve yoksullukla mücadeleye gereken önemin verilmesi önerisi de ciddi bir sorun olarak Kırgızistan’ın önündedir. Fakat IMF gözetiminde problemlerini çözen bir Kırgızistan’ın, yapısal sorunlarının da üstesinden gelmesiyle kısa vadede yabancı yatırımlar için cazip hale gelebileceği söylenebilir. Coğrafi olarak sıkışmış yapısı bir dezavantaj olsa da yine de daha fazla yabancı şirketin ülkeye ilgisi olabilir. İç tasarrufların yeterli olmadığı böyle bir ülke için bu bir zorunluluktur.
Son derece önem taşıyan bu konu ile ilgili en ilginç verilerden birisi de ülkede karaborsanın son 6 yılda milli gelirin %50’sine ulaşmasıdır. Bu konu, geçiş dönemi ekonomilerinin en temel sorunlarından birisidir. Çözümü noktasında atılan adımlar ve reform süreçlerinin sonuçları, ekonomik büyüme göstergelerini oldukça etkilemektedir.
SONUÇ:
SSCB’nin dağılmasının ardından BDT şemsiyesi altında toplanan ülkeler, merkezi planlamacı ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş yapan ve halen yükselen ve gelişen ekonomiler kategorisinde kabul edilen ülkelerdir. Özellikle geçiş sürecinin başlangıç döneminin karakteristik bir yanı olan üretim düşüklüğü, ekonomik daralma gibi olguların arkasında organizasyon bozukluğunun ve piyasaların gelişmemişliğinin ve yetersizliğinin önemli bir etkisi olmaktadır. Ayrıca söz konusu ülkelerdeki beşeri sermayenin yeni atmosfere uyum sağlama noktasındaki çekincelerine de dikkat çekmek gerekmektedir. Çünkü geçiş dönemi ekonomik birimlerin hepsinin davranışlarında piyasa ekonomisine uygun değişiklikler yapmalarını gerektirmektedir. Dolayısıyla BDT ülkelerinin piyasa ekonomisine geçiş sürecinde önemli yapısal ve kurumsal reformları gerçekleştirdikleri görülmektedir. Gerçekleştirilen reformların başında,  başarısı ve yöntemi sorgulansa da kamu mülkiyetinden özel mülkiyete geçiş süreçlerinde önemli aşamalar kat ettiklerini söylemek mümkündür.
 Geçiş ekonomileri, merkezi planlamaya dayanan sistemin doğurduğu hantal ve bürokratik devlet anlayışından vazgeçerek; etkin, rasyonel, şeffaf, hesap verebilir ve katılımcı bir devlet anlayışını hayata geçirmek hedefinden hareket etmektedirler. Bu yüzden de öncelikle bu ülkeler yabancı yatırımları ve müteşebbisleri kendilerine çekmek için gerekli altyapıyı oluşturmak ve bu söz konusu yatırımları devlet garantisine almak perspektifine göre hareket ederler. Bunun bir uzantısı olarak bu ülkeler hantallaşmış bürokratik yönetimlere ve düşük üretim rakamlarına sahip ekonomik kurumları özelleştirmeyi öncelikli olarak ele almaktadırlar. Bu özelleştirme programları hazırlanırken de özellikle yabancı ve/veya çok uluslu şirketlerin katılımları üzerinden yürütülmektedir. Bu süreçlere paralel olarak, geçiş döneminin başlıca sorunları olan ekonomik alandaki yolsuzluk, gelir adaletsizliği, dar elit kesimlerin ve kimi ailelerin ekonomiye/bürokrasiye hakimiyet kurmaları, demokratik haklar gibi konularda da ciddi reformlar ve düzenlemeler yapmak durumundadırlar.



KAYNAKÇA:

1)      Ağayev, S. ve Yamak, N. (2009) “Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkelerinde Ekonomik Büyümenin Belirleyicileri”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 23, Sayı: 4, Ankara.
2)      Akalın, G. (2002) Türkiye’de Ekonomi - Politik Kriz ve Piyasa Ekonomisine Geçiş, Akçağ Yayınları, No: 438, Ankara.
3)      Aktay, Yasin vd. (2010) Siyaseti, Ekonomisi, Güvenliği, Dış Politikaları ve Stratejik İlişkileriyle; Yeni Rusya, Stratejik Düşünce Enstitüsü, Ankara.
4)      Altay, A. (2003) “Geçiş Ekonomilerinde Devletin Ekonomik Rolleri, Görevleri ve KOBİ’lerin Durumu”, Maliye Araştırma Merkezi Konferansları, Maliye Araştırma Merkezi Yayın No:86, Kırkbirinci Seri-Yıl 2002, İstanbul.
5)      Campos, N.F. ve Coricelli, F. (2002) “Growth in Transition: What We Know, What We Don’t and What We Should”, Journal of Economic Literature, XL, 793-836.
6)      Caratini: 1992). CARATINI, R. (1992) Dictionnarie des Nationalites et des
             Minorites de l’ex-URSS, References Larousse, Histoire, Paris.
7)      Çiftçi, Aydın (2004) Geçiş Ekonomilerini Yaşamakta Olan Ülkelerde Yabancı Yatırımcılara Sağlanan İmkanlar, Karşılaşılan Problemler ve Çözüm Yolları(Kırgızistan Modeli), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bişkek.
8)      Fidrmuc, J. (2003) “Economic Reform, Growth and Democracy During Postcommunist Transition”, William Davidson Institute Working Paper, No. 372.
9)      Hüseynov, Fuad, “Bağımsız Devletler Topluluğunun Oluşumunun Hukuki Boyutları”
www. dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/280/2544.pdf  (18.12.2010)
10)  Nazpary, J. (2003) Sovyet Sonrası Karmaşa, Kazakistan’da Şiddet ve Mülksüzleşme, İletişim, İstanbul.
11)  North, D. (1999) The Process of Economic Change. IEA, London.
       12) Ramazanoğlu, G. ve Acar, İ. A., “Bir Geçiş Ekonomisi Örneği Olarak Kırgızistan; Siyasi,                    Ekonomik ve Toplumsal Yanaşımlar”, http://www.google.com.tr/#hl=tr&biw=1259&bih=626&q=bir+ge%C3%A7i%C5%9F+ekonomisi+k%C4%B1rg%C4%B1zistan+geybulla+ramazano%C4%9Flu+makale&aq=f&aqi=&aql=&oq=&fp=2dd1c2f5401d87a1  (25.12.2010).
13) Sipahi, H. (2010) “Geçiş döneminde Kazakistan Ekonomisi”  http://ülkü.net/index.php?option=com_content&view=article&id=97:geci-doeneminde-kazakistan-ekonomisi&Itemid=58  (22.12.2010)
14)  Tandırcıoğlu, H. (2002) Geçiş Ekonomilerinde Özelleştirme, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt 4, sayı 3, İzmir.



[1] Rusça'da "Yeniden Yapılanma" anlamına gelir. 1985’te Gorbacov tarafından yürürlüğe konan ve SSCB'nin her anlamda yeniden yapılanmasını öngören politikadır.
[2] Rusça’da “Şeffaflık” anlamına gelir. 1987’den itibaren Perestroika ile beraber yürütülen politikadır.