SSCB SONRASINDA PİYASA EKONOMİSİNE GEÇİŞ
DENEYİMLERİ:
KIRGIZİSTAN
ÖRNEĞİ
GİRİŞ:
Bu
çalışmada 1980’li yıllarda uygulanan Perestroika[1] ve
Glastnost[2]
politikalarının 90’ların başında başarısız olması sonucu Bağımsız Devletler
Topluluğu çatısı altında yeniden örgütlenen devletler incelenecektir. Sovyetler
Birliği'nin dağılmasından sonra merkezi planlamaya sahip olan bağlı devletlerin
piyasa ekonomisine geçiş süreçleri ve bu süreçlere dair ortaya çıkan ekonomik
sorunlar irdelenmeye çalışılacaktır. Bu çerçevede Bağımsız Devletler Topluluğu
(BDT) bünyesindeki ülkelerin genel hatları ile ekonomik
tahlillerinin yapılması, piyasa ekonomisine yönelik yapısal dönüşüm
reformları ve söz konusu ülkelerin uluslararası toplumla olan ekonomik entegrasyon süreçleri ele alınacaktır.
Bilindiği
üzere 8 Aralık 1991 tarihinde, Belarus, Rusya Federasyonu ve Ukrayna devlet başkanları tarafından bir anlaşma gerçekleştirilmiş ve söz konusu
tarihsel belgede “SSBC'nin uluslararası hukuk ve jeopolitik gerçeklik olarak
varlığının sona erdiği” ilan edilmiştir. Bunun hemen sonrasında Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) kuruluş anlaşması olarak kabul edilen ‘Belovejsk Anlaşması’ imzalanmıştır. Orta Asya ve Doğu Avrupa coğrafyasında irili ufaklı
birçok yeni devletin kuruluşuna sahne olunan bu süreç, “yakın tarihin en müthiş
jeo-politik depremi” olarak tanımlanmaktadır (Caratini: 1992). İkinci Dünya
Savaşı’nın ardından ortaya çıkan ve yüzyılın en büyük siyasal-ekonomik-askeri
rekabetine yol açan iki kutuplu dünya dengesi, böylelikle hukuken ortadan
kalkmış ve yeni bir döneme geçilmiştir. Mevcut durumda BDT, eski SSCB cumhuriyetlerinden
12'sini (Azerbaycan, Ermenistan, Belarus, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan,
Moldova, Rusya Federasyonu, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Ukrayna) kapsamakta
olup, bu yapılanma içerisinde eski SSCB cumhuriyetlerinden sadece 3'ü (Estonya,
Letonya, Litvanya) yer almamaktadır. (Gürcistan da 2008 yılında topluluktan
ayrıldığını açıklamıştır). Topluluğun oluşum süreçlerinde, birçok zorluklar
ortaya çıkmış olmakla birlikte, özellikle ekonomik sistemlerin
ortaklaştırılması ve homojen bir ekonomik alan oluşturma çabaları devam
etmektedir.
Elbette planlı ekonomiden piyasa sistemine geçiş, kurumsal
ve yapısal değişimleri içeren kompleks bir süreçtir; dolayısıyla bu sürecin son derece
sancılı ve zorlu olacağı daha en başından aşikar olan bir durum olmuştur.
Ülkeler bir yandan kendi siyasal yönetim mekanizmalarını oluşturmaya
çalışırken, öte yandan piyasa ekonomisine tam geçişin sıkıntılarıyla baş etmek
durumunda kalmışlardır.
BDT’NİN
OLUŞUM SÜRECİ VE MİSYONU:
SSCB’yi oluşturan cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilan etmelerinin ardından, 7-8 Aralık 1991’de Minsk’te toplanan Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Belarus devlet
başkanları Bağımsız Devletler
Topluluğu’nu kurdular. SSCB’nin hukuki olarak 1991 sonunda yıkılması
sonrasında Rusya Federasyonu onun “devam eden devleti” olarak uluslararası topluluğa katıldı.
Sovyetler’in
son başkanı olan Gorbaçov son çaba olarak yeni bir “İttifak Sözleşmesi” yapmak
amacıyla bağlı cumhuriyetleri davet etmekteydi. Yeni yapılacak sözleşmede
Moskova’nın her alandaki rolünü en aza indirerek, bağlı cumhuriyetlerin yetki
ve karar alma süreçlerinde da esnek bir biçim almayı önermekteydi. Fakat kısa
bir süre sonra yaşananlar, artık Sovyetler’in varlığını sürdürme imkanlarının
tamamen ortadan kalktığına işaret etmekteydi. Hem uluslar arası politik arenada
yalnızlaşan hem de içerden yükselen muhalefet baskısıyla baş etmekte zorlanan
SSCB, çok hızlı bir biçimde dağılarak on beş yeni bağımsız devletin ortaya
çıkmasını engelleyemeyecektir. Söz konusu tarihe kadar Sovyetler’i oluşturan cumhuriyetlerin çoğunluğu artık kendi bağımsızlıklarını ilan ederek ilgili yasal
düzenlemeleri kabul etmiştir.
SSCB
sonrası BDT’yi meydana getiren devletler, birliğin kuruluş anlaşması olan Belovejsk Antlaşması’nın girişinde şöyle demektedirler; “Biz, Belarus Cumhuriyeti, Rusya
Federasyonu ve Ukrayna, 1922 tarihli SSCB Birlik Antlaşması’nı imzalamış kurucu devletler olarak, Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği’nin devletler hukuku süjesi ve
jeopolitik gerçeklik olarak sona erdiğini beyan ediyoruz” (Hüseynov). Bu deklerasyonun kısa bir sure
sonrasında 21 Aralık 1991’de SSCB’nin eski onbeş üye devletinden Baltık
ülkeleri ve Gürcistan haricindeki onbir devlet, Kuruluş Anlaşması’a ek olarak
Alma-Ata Deklerasyonu’nu imzalayarak BDT’nin kuruluşunun temelini teşkil
etmişlerdir. Böylelikle artık yeni bir dönemin kapısı da aralanmaktadır. Eski
Sovyet ülkelerinin de katılımıyla artık planlı ekonomi yerine serbest piyasa
ekonomisi kurallarının hakim olacağı ve siyasal/idari yapılanma anlamında bağlı
tüm ülkelerde daha ademi merkeziyetçi bir oluşum meydana gelmektedir.
Ancak yaşanan bu gelişmelerin
ardından yepyeni sorunlar ortaya çıkacaktır. SSCB’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki
sürekli üyeliği, taraf olduğu devletlerarası antlaşmalardan doğan yükümlülükleri, borç ve alacakları gibi hususların nasıl çözüme kavuşturulacağı gibi konular birer ulslararası problem olarak ortada durmaktaydı. Bu noktada yeni oluşan BDT’nin kuruluş belgelerinde şöyle bir hüküm yer almaktadır; “Topluluğa katılan devletler, eski SSCB’nin taraf olduğu antlaşmalardan doğan devletlerarası yükümlülüklerin yerine getirilmesini
garanti etmektedir.” Hiç kuşku yok ki, sadece bu hükme dayanarak SSCB'nin
devletlerarası hak ve yükümlülükleri ile ilgili tüm konuların çözüme kavuştuğunu düşünmek yanlış olacaktır. Atılan bu adım sadece halefiyet konularının hukuken düzenlenmesi yönünde yürütülmesi gereken zor
sürecin bir başlangıcı niteliğindedir.
SSCB'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan halefiyet konularının bazı temel özellikler
arz ettiğini söyleyebiliriz. Öncelikle, SSCB dağıldıktan sonra oluşan yeni devletler
halefiyet sorunlarını büyük ölçüde o dönemde henüz yürürlüğe girmemiş 23.8.1978
tarihli Viyana Devletlerin Antlaşmalara Ardıl Olma Sözleşmesi ve 8.4.1983 tarihli Viyana
Devletlerin Devlet Malları, Arşivleri ve Borçlarına Ardıl Olma Sözleşmesine göre
düzenlemiştir. Fakat bu süreç içinde Rusya'nın "SSCB'nin devam eden devleti" olarak
tanınması farklı formüllerin aranmasını zorunlu kılmıştır. Ayrıca devlet malları,
borçları ve arşivleri konusunda mevcut olan bilgilerin Sovyetler
Birliği içinde çeşitli
ideolojik gerekçelerle gizli tutulması yeni bağımsız devletler bakımından önemli bilgi
eksikliğine neden olmuştur. Son olarak, SSCB dağıldıktan sonra tüm halefiyet konulan
BDT çerçevesinde düzenlenmiş, dolayısıyla BDT Sovyetler Birliği'nin dağılması ile
ilgili ortaya çıkan sorunların görüşüldüğü temel forum işlevini de yerine getirmiştir.
Piyasa Ekonomisine Geçiş Sürecinde BDT Ülkeleri:
SSCB’nin hukuken
ortadan kalkması sonrasında eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşanan süreç, genel
olarak “transition” (geçiş) süreci olarak adlandırılmaktadır. Geçiş sürecinin
ekonomik dönüşüm yönünden “Merkezi Planlama Ekonomisi”nden “Piyasa Ekonomisi”ne
geçiş göstergeleri açısından değerlendirildiği görülmektedir. Bilindiği üzere,
uygulama açısından ekonomik sistemler, genel olarak bir tarafta bir bütün
olarak devlet mülkiyetinin olduğu (özel mülkiyet yoktur veya son derece
sınırlıdır) ve fiyatlar, kaynak dağılımı ve kaynak etkinliği kararlarının
tamamen merkezi bir otorite tarafından verildiği “Merkezi Planlama
Ekonomileri”, diğer uçta da ekonomik süreçlere dair tüm kararların tamamen
piyasa tarafından verildiği ve özel mülkiyet ve teşebbüsün tam anlamıyla egemen
olduğu “Piyasa Ekonomileri” olarak tanımlanmaktadır. Bunların yanında bir
üçüncü seçenek de 1930’lu yılların sonlarından itibaren yaygın bir uygulama
alanı bulan Keynesyen analizlere dayalı “Karma Ekonomiler” şeklinde adlandırılmaktadır.
Karma ekonomik sistem anlayışının dünya ölçeğinde yaygın bir şekilde taraftar
bulduğu 1940’lı ve 1950’li yıllardan sonra, 1960’lı yılların sonlarından
itibaren karma ekonomilerin piyasa ekonomilerine dönüşümüne yönelik bir akım
zaten Neo-Klasik bir anlayış çerçevesinde sürdürülmüştür. 1980’li yılların
sonlarıyla birlikte ise, merkezi planlama ekonomilerinin piyasa ekonomilerine
dönüşümü önemli bir konu olarak gündemde yerini almıştır. Ancak söz konusu
geçiş süreci birdenbire gerçekleşmemiştir. Yukarıdaki üçlü sınıflandırma
üzerinden bakıldığında, aslında eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşananları
merkezi planlama ekonomilerinden karma ekonomiye, daha sonraki bir aşamada da
karma ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş çerçevesinde değerlendirmek en doğru
yaklaşım olacaktır. Böyle olunca da söz konusu ekonomilerin keskin bir dönüşüm
sergileyerek hemen piyasa ekonomisine geçmelerini ve onun tüm
karakteristiklerini göstermelerini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bu
ekonomilerin kısa sürede piyasa ekonomisinin başlıca unsurlarını tamamen
bünyelerine katmaları rasyonel olmayan bir beklenti olacaktır.
Piyasa ekonomisine
geçişe dair böylesi bir temel perspektif belirlendikten sonra, söz konusu geçiş
süreçlerinin başlıca göstergelerinin hangi unsurları içerdiğini ortaya koymak
gerekmektedir. Bu unsurları şu şekilde ortaya koymak mümkündür:
a)
Mikro ekonomik
göstergeler açısından, ülkede gerçekleşen ekonomik faaliyetlerin
serbestleştirilmesi bağlamında fiyat hareketlerinin ve kaynak dağılımı ile
kaynak etkinliğinin sağlanması işlevinin kademeli bir şekilde piyasaya
bırakılması gerekmektedir. Böylelikle piyasalardaki başlıca dengelerin mümkün
olduğu kadar fiyat sinyallerine dayalı bir biçimde oluşmasına izin
verilecektir. Özelleştirme uygulamaları bu noktada önem kazanmaktadır.
b)
Makro ekonomi
bağlamında ise, fiyatlar tarafından belirlenen piyasa dengelerinin oluşabilmesi
için gereken ortamların tesis edilmesidir. Özellikle ekonomik istikrar
göstergelerinin piyasayı oluşturan unsurlar açısından güven veren, istikrarlı
bir noktada tutulması gerekmektedir. Bunun sağlanması içinse, öncelikle ülkenin
bütçe uygulamalarının ve kamusal gelir/gider sistemlerinin piyasaları
destekleyecek bir yapıya kavuşturulması elzem olmaktadır.
c)
Üçüncü önemli
husus ise söz konusu geçiş sürecindeki ekonomilerin uluslar arası ekonomik
sistemle entegre olabilmesi için düzenlemelerin gerçekleştirilmesidir. Uluslar
arası ekonomik ve ticari sistem, geçiş ekonomisi politikalarının başarılı
ve/veya başarısız olma noktasında en başlıca veri durumundadır (Sipahi, 2010).
Her
şeyden önce BDT’nin kuruluşu tüm dünyada ve bölge devletleri tarafından
yakından takip edilmekte ve gelişmeler sürekli olarak dikkatle
tartışılmaktadır. Çok büyük bir coğrafi alana yayıla, ekonomik yer altı ve yer
üstü kaynakları, işgücü potansiyeli, üretim ve pazar olarak hem büyük bir
potansiyele sahip olan hem de geleceğe dair pek çok soru işretlerini
barındırmayı sürdüren bu yapının geleceği kuşku yok ki tüm ülkeler ve uluslar
arası ekonomik/siyasal organizasyonlar tarafından önemsenecektir. SSCB
sonrasında ortaya çıkan konsept dahilinde yapısal anlamda çok önemli değişimler
yaşanmakla beraber, asıl bundan sonra neler yaşanacağı sorusu önemli olmaktadır.
Sovyet blokuna üye devletlerin bağımsızlıklarını kazanmaları ile beraber farklı
bir süreç başlamış ve bu sürecin herhangi bir kesintiye ve başarısızlığa
uğramadan sürdürülmesi gerekmekteydi. ekonomik örgütlenme modeli anlamında
tamamen devletçi ve merkezi planlamacı bir yapıdan, piyasa ekonomisine veya
başka bir ifadeyle pazar ekonomisine geçiş süreci kolay olmayacaktı. En temelde
buna benzer geçiş süreçleri var olan üretim tarzının rakipleriyle rekabet
edememesi gibi iktisadi bir travmayla başlar. Travmanın ardından iktisadi
anlamda bir kaos yaşanır ve söz konusu kaosa çıkış aranması süreci ile devam
eder. Çıkış arayışının ardından ise öğrenme süreci başlar ve bu arayış böylece son
bulur (Akalın, 2002; 15). Bütün bu aşamalarda eski kurumsal yapıların değişime karşı
direnç gösterdiği ve bu dirençten kaynaklanan birçok ekonomik istikrarsızlığın
ortaya çıkabildiği görülmektedir. Ekonomik geçiş süreçleri siyasal
istikrarsızlıklarla birleştiği takdirde anlatılan kaos süreçleri daha uzun
sürebilmekte ve ülkenin genel istikrarını da olumsuz etkilemektedir.
Geçiş
süreçlerinin tahlil edilmesi bağlamında Kurumsal İktisat yaklaşımının başlıca
değerlendirmesi toplumda üç hususta yaşanan ve/veya yaşanacak olan değişime
işaret etmektedir: Bu hususlardan ilki beşeri sermaye olarak da adlandırılan çalışan
insan kalitesinin nitelik ve nicelik olarak arttırılmasıyla ilgilidir. İkinci
husus her türlü bilgi donanımının varlığı ve geliştirilmesi ve son olarak da müteşebbisleri
heyecanlandıran ve isteklendiren bir kurumsal yapıdır (North, 1999; 9). Ancak
ekonominin dışa açılma süreciyle birlikte, küresel pazara uyum gösteremeyecek
ve rekabete yenik düşecek bir devletçi ekonomi mantığından hareket etmekte, ısrarcı
uygulamaların ise israfı arttırıp yoksulluğu azdıracağı düşünülmektedir. Sonuç
olarak talepteki yetersizliğin sonucunda arzda kısıntıya gidilmesi zorunlu bir
hale gelecek ve bunun sonucunda ülkenin üretiminde, istihdamında meydana
gelecek azalmanın negatif toplumsal maliyeti yoksulluğun artması olarak ortaya
çıkacaktır. Bu da BDT’yi meydana getiren Rusya,
Belarus, Ukrayna, Kırgızistan, Ermenistan, Moldova, Azerbaycan, Tacikistan, Türkmenistan,
Kazakistan ve Özbekistan açısından uluslararası ekonomik zincirinden kopma
sonucu yaratması anlamına geleceğinden IMF ve Dünya Bankası gibi uluslarüstü iktisadi
örgütlenmeler geçiş sürecine ilişkin bu ülkelere tavsiye, değerlendirmelerde bulunmakta
ve mali destek sağlamaktadırlar.
BDT içerisinde yer alan devletlerin serbest piyasa
ekonomisine geçiş süreçlerine
dair karakteristik temel özellikler şu şekilde sıralanabilir:
a)
Sanayileşmede
yetersizlik, teknolojik olarak geri kalmışlık durumu,
b)
Tarımsal nüfus yüksek
olmasına rağmen tarımda verimliliğin ve gelirlerinin azlığı,
c)
Tek tek tüm ülkelerde sosyal ve etik kodların
tam olarak yerleşmemiş olması ve buna bağlı olarak güven düzeyinin düşüklüğü,
d)
Regülasyonların
piyasa için yük olması,
e)
Finansman imkanlarının
sınırlı ve düşük ölçekli olması,
f)
Kurumsal yapılarda
aksamaların olması,
g)
Popülist politikalar ve bununla bağlantılı rant dağıtımının
engellenememesi,
h)
Piyasa ekonomisi açısından olmazsa olmaz
niteliğindeki hukukun üstünlüğü
ilkesinin tam olarak uygulanamıyor olması,
I)
Ekonomik alanda doğru kararlar alınması için elzem olan sağlıklı
verilerin olmaması.
Burada
ifade edilen sorunlar bir araya geldiği takdirde ülkenin üretim ve istihdam
politikaları konusunda yetersizlikler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla da
ekonomik kalkınma sürecini ve uluslar arası piyasaya entegre olma süreçlerini
sekteye uğratmaktadır. Geçiş süreçlerine dair tek bir reçete olmamakla
birlikte, piyasa ekonomisinin hangi çerçevede olabileceği her ülke açısından
aynıdır. Bu konuda özgün uygulamalar geliştirme şansı bulunmamaktadır. Tüm
bileşenler üzerinden bir değerlendirme yapıldığında 1998’de Dünya Ticaret
Örgütü’ne üyelik sürecini ilk tamamlayan BDT üyesi devlet olması sıfatıyla
Kırgızistan deneyimi, piyasa ekonomisine geçişte nispeten başarılı bir
performans ortaya koymaktadır. Buradan hareketle geçiş sürecinin başarılı
biçimde gerçekleştirilebilmesi bağlamında belirleyici olan faktörlere bakmak
yararlı olacaktır.
Piyasaya
Geçişte Büyümeyi Belirleyen Faktörler:
Tek tek ülke
ekonomileri üzerinden değerlendirme yapıldığında, ekonomik büyümenin
farklılıklar göstermesi, bu ülkelerde görülen büyümeyi belirleyici faktörlerin
yarattığı bir sonuç olarak okunmaktadır. Bu noktada ekonomik büyümenin
belirleyen faktörler temelde beş grupta ele alınmaktadır. Bu faktörler farklı
değişkenlikler arz etmekle beraber, aslında birbirlerinden çok bağımsız da
değillerdir.
A. Ekonomik Faktörler: Büyümede belirleyen
durumundaki değişkenlerden ilki ekonomik faktörlerdir. Bu başlık altında
özellikle ülkenin ekonomi politikalarıyla sağlanan makroekonomik istikrar,
ülkenin üretim ve istihdam alanlarını büyüten sermaye birikimi ve buna yönelik
yatırımlar, uluslar arası dış ticarette kurulan düzey ve bunu belirleyen dışa
açılma politikaları ile dış borçlar konusu, son olarak da ekonomik alanda
yürütülen yapısal değişim reformları ele alınmaktadır.
B. Demografik Faktörler (Nüfus): Nüfus
değişimine bağlı olarak aktif işgücünde meydana gelen değişim ekonomik
büyümenin temel belirleyicilerinden biridir. Nüfus artışının yanı sıra nüfusun
genç veya yaşlı olması, eğitim düzeyi, sağlık koşulları, cinsiyet yapısı ve
etnik yapısı da büyüme için önemlidir. Nüfusun eğitilmiş, sağlıklı ve işkolunun
gerektirdiği teknik bilgi ve beceriye sahip olması da üretim verimliliğini
artıran bir faktördür. O halde nüfus artış hızının yanı sıra nüfusun eğitim
düzeyi, sağlığı, sosyal standartları da ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesinde
önemli rol oynamaktadır.
C. Teknolojik Gelişme: Sermaye birikiminin ve yeni
yatırımların yapılması geçiş süreçlerinde ekonomik büyüme için temel
koşullardandır. Üretim
artışı bu şekilde ekonominin üretim kapasitesi artırılarak
gerçekleştirilebileceği gibi üretim etkinliği veya verimliliği artırılarak da
gerçekleştirilebilir. Üretimde verimliğin artması ise teknolojik gelişme
anlamına gelmektedir.
D. Doğal Kaynaklar, Coğrafya ve İklim: Geçiş
sürecindeki ülkenin doğal kaynaklar konusundaki zenginliği, ülke coğrafyasının
ve iklim koşullarının üretim faaliyetlerine elverişliliği ekonomik büyümeyi
belirleyen önemli faktörlerdendir. Diğerlerine nazaran daha zengin doğal
kaynaklara, elverişli coğrafyaya ve iklim koşullarına sahip ülkelerin daha yüksek
büyüme oranlarını yakalaması beklenir.
E. Ülkeye Dair Sosyo-Politik ve Kültürel Faktörler:
Ülkelerin
sahip oldukları siyasi, sosyal ve kültürel özellikler de ekonomik büyümenin
belirleyicileri arasında yer alırlar. Politik istikrarsızlıkların,
etnik-dinsel-mezhepsel çatışmaların ve savaşların ekonomik büyümeyi olumsuz yönde
etkilemesi kaçınılmazdır. Bunların yanında destekleyen diğer etmenler olarak ülkedeki
siyasi kurum ve mekanizmaların işlevsel olması, hukukun üstünlüğü ve demokratik
ilkelerin, insan haklarının yerleşmiş olması da önemli siyasi niteliklerdendir.
BDT Ülkelerinde
Geçiş Dönemi Ekonomik Göstergeleri ve Sorunları:
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlıklarını elde eden BDT ülkeleri, geçiş döneminin başlangıç süreçlerinde üretim konusunda ciddi düşüşler sergilemiştir. Ekonomi literature tarafından geçiş dönemi durgunluğu adıyla ifade edilen bu durum
1990’lı yılların ikinci yarısına kadar devam etmiştir. Bu dönemin ciddi resesyon ve ekonomik depresyon süreçlerinden daha
derin ve de uzun süreli olabileceği belirtilmektedir. Bir kıyaslamaya
gidildiğinde BDT ülkelerinde piyasaya geçiş süreci, 1930’ların ilk yarısında
Batı dünyasında yaşanan ekonomik resesyon döneminden daha vahim rakamlara
ulaşıldığı görülebilmektedir. 1995’lerden itibaren BDT ülkelerinde yaşanan
yoğun siyasal belirsizliklerin ortadan kalkması ve bu ülkelerin bazılarında yaşanan
savaşların ve etnik gerginliklerin son bulmasıyla makroekonomik istikrar ve reform programları hız kazanmıştır (Aktay vd, 2010). Siyasi ve ekonomik istikrarın yanı sıra genelde tüm BDT ülkelerinde gerçekleştirilen yapısal reformlar üretim üzerinde de etkisini göstermeye
başlamıştır. Gerçekleştirilen yapısal reformlar üretim faktörleri arasında kaynakların daha verimli bir biçimde yeniden
dağılımını da sağlamıştır. Verimlilik artışının sağlanması ise doğal olarak üretim düzeylerinde artışa neden olmuştur. Dile getirilen ilk dönem küçülme ve sonrasındaki
yapısal değişimlerle beraber ortaya çıkan büyüme olguları grafikt üzerinde de
görülebilmektedir.
Grafik
1: BDT Ülkelerinde GSYİH Artışı (1989 = 100)
Kaynak: EBRD, Transition Report,
2001–2007 GSYİH artışı verilerinden yararlanılarak çizilmiştir. (Ağayev ve
Yamak, 2009)
Çalışmanın
başından buraya kadar ortaya konulmaya çalışılan genel çerçeve ve arka plana
bağlı olarak Sovyetler Birliği’nin ardılı olduğu ifade edilen Bağımsız
Devletler Topluluğu’nun makroekonomik performansı ortaya konulan başlıca
göstergeler ışığında karşılaştırmalı olarak değerlendirilebilir. Bu noktada bir
ülkenin makroekonomik performansı ve istikrarını genel olarak anlayabilmek
için, ülkenin sahip olduğu büyüme hızı, enflasyon oranları, işsizlik verileri ve
ülkenin uluslar arası ekonomik ilişkilerinin incelenmesi gerekmektedir.
Yukarıdaki
grafikte de görüldüğü gibi, 1990-19995yılları arasındaki dönemde geçiş
ekonomilerinin hepsinde çok ciddi boyutlarda daralmalar görülmüştür (Fidrmuc, 2003).
Ekonomilerdeki bu daralma durumu ülkelerin özgün nitelikleri ve tek tek her
ülkede uygulanan ekonomi politikaları ve siyasal istikrarın sağlanması
süreçleri sonrasında, farklı yıllarda yeniden yükseliş trendi içerisine
girmişlerdir.
Piyasa
ekonomisine geçiş döneminde yaşanan üretim kayıpları, 1990-2000 döneminde Rusya
için yüzde 44, Azerbaycan için yüzde 63, Kazakistan için yüzde 39, Kırgızistan
için yüzde 50, Tacikistan için yüzde 60, Türkmenistan yüzde 48 ve Özbekistan
için yüzde 17 oranlarında gerçekleşmiştir (Fidrmuc, 2003). Bu ülkeler son
yıllarda gösterdikleri olumlu büyüme oranlarıyla ekonomide yaşanan ciddi
daralmayı dengeleyebilmişler ve 1989 yılındaki seviyelerini ancak
yakalayabilmişlerdir.
BDt ülkelerinde
geçiş dönemi ekonomilerinde ortaya çıkan sorunlar ekonomik teori ile pratik
arasındaki karşılıklı etkileşim çerçevesinde “yaparak öğrenme” şeklinde
çözülmeye çalışılmıştır (Campos ve Coricelli, 2002). Planlamacı sistemin
kalkması ve DTÖ, IMF, Dünya Bankası gibi ulus üstü ekonomik organizasyonların
çeşitli öneri ve yönlendirmeleri doğrultusunda, söz konusu ülkelerde
uygulanacak olan reformların ekonomi üzerindeki aşırı politik denetimlerin
kalkmasına ve orta vadede refahın artacağı şeklinde bir iyimser bakışa neden
olmasına yol açmıştır. Bu iyimserliğin ve bu ülkelerin hızlı bir yükselişe
(take-off) hazır oldukları beklentisinin oluşmasına, eski Sovyetler Birliği
ülkelerinin sanayileşmişlikleri (gelişmişlikleri), kabul edilebilir eğitim ve
sağlıklı işgücü seviyeleri ve düşük nüfus artış hızları katkıda bulunmuştur (Campos
ve Coricelli, 2002:793).
Geçiş Sürecinin Temel
Sorunları ve Yolsuzluk:
Geçiş dönemi ekonomisini belirleyen ve üzerinde politikalar
geliştirildiği takdirde büyüme etkisini arttıran faktörlerin başında yolsuzluk
konusu gelmektedir. Siyasi ve toplumsal ortam olarak farklılıklar arz etmekle
beraber BDT ülkeleri bağlamında ortak bir sorun olarak ortaya çıkan bu durum,
piyasa ekonomisine geçiş ve ekonomik kalkınmanın sağlanması süreçlerinde en çok
öne çıkan sorun durumundadır. Yolsuzluğu yaratan ve gelişmesini sağlayan
faktörler en aza indirilmediği sürece büyüme oranları akim kalmaktadır. Bu
yüzden her şeyden önce bu kavrama dair sağlıklı bir analizin ve rasyonel çözüm
önerilerinin sunulması elzem olmaktadır.
Her
şeyden önce piyasaya
geçiş sürecindeki BDT ülkelerinde ve toplumlarında büyük ekonomik sıkıntılar
mevcuttur. İlk süreçlerde nüfusun yarısından fazlası fakirlik ve açlık
sınırının altında bulunmaktadır. Çalışan kesimler de düşük gelirli durumdadır.
Benzer biçimde işsizlik oranları hayli yüksek göstergelerde devam etmektedir. Rüşvet ve yozlaşmanın yayılması ve
hatta yaşam standardını arttırıcı bir yan olarak görülmesi de bu zemin üzerinde
ortaya çıkmaktadır. Ülkedeki üretim ve tüm büyük gelirler dar bir yönetici ve
elit grup içerisinde paylaşılmaktadır. Mali kaynakların bu hakim zümrelerin
elinde adaletsiz biçimde toplanması sonucunda ranta dayalı olarak yaşayan ve
ülke gelirlerinin büyük bir kısmına el koyan bir kesim oluşmaktadır. Ülke ekonomisinin
esas kısmının belli bir yönetici grup tarafından yönlendirilmesi ve bunlarında
ya sözü geçen elit sınıf mensubu ya da onlarla işbirliği içindeki
bürokratlardan müteşekkil olması, yozlaşmayı daha bariz kılmaktadır.
Geçiş sürecinde ülke yönetiminin ister devlet kurumlarında,
isterse de özel sektörde birbirine bağlı olarak akrabalık-yerlicilik (nepotizm,
crony - capitalism) taraftarı olan bir grubun elinde merkezileşmesi sonucu
ülkedeki gelir dağılımı konusunda bir uçurum ortaya çıkmaktadır. Ülke dışı
kaynaklardan alınan yabancı kredilerin büyük kısmı da bu ilişkiler sarmalı
arasında boşa gitmekte ve hortumlanmaktadır. Ekonomik alanda gerçekleşen
özelleştirme uygulamaları da bir grubun tekelinde olduğu için, toplumun ve
devletin ortak varlığı olan tüm varlıklar üst düzey yöneticiler, onların aile bireyleri
ve akraba ilişkileri arsında paylaşılmaktadır (Tandırcıoğlu, 2002). Böyle
olunca da, aslında ülke ekonomisini serbest piyasaya geçirmede öncü misyona
sahip özelleştirme uygulaması belli bir dar kesimin zenginlik ve refahını
arttırırken, diğer yanda büyük çoğunluk durumundaki çalışan emekçi halk
yığınlarını mevcut yoksulluk ve yoksunluk sınırlarının daha da altına doğru
itmektedir.
Geçiş sürecinin bir değer temel özelliği olan
demokratik-çoğulcu bir idare biçimi ve toplumsal hayat iken, söz konusu ülkelerin
birçoğunda demokratikleşme konusunda demagojik söylemlerden pratik uygulamalara
geçilememesi durumu ortaya çıkmaktadır. Bazı örneklerde hakimiyet uzun yıllar
aynı insanlar veya aileler tarafından zapt edilerek yürütülmüş ve aslında
monarşist eğilimler taşıyan yönetimler tarafından halk kesimleri sömürüye ve
baskıya maruz bırakılmışlardır (Altay, 2003). İnsanların toplumun kendi devlet
yetkililerine güveninin kaybolması demokrasi seçim yoluyla onların
değiştirilmesinin mümkünsüzlüğü gibi psikolojik durumlara düşürülmesi, sonunda
kitlesel psikolojik sorunların yaşanmasına, suiistimal olaylarının, hak
gasplarının yüksek oranda artışına yol açmaktadır.
Yukarıda
dile getirilen uygulamalar toplumu ekonomik sıkıntılara sokarak sahip olduğu
manevi değerlerin dejenere olması sonucunu doğurmaktadır. Bazı deneyimlerde
aile yönetimi gibi fiili bir sistemin oluşturulması çabaları ve bu durumdan
çıkarları beslenen belli devletler tarafından bu durum kabul edilmesi, hatta
meşruiyet kazandırılmaya çalışılması durumu daha vahim hale getirmektedir. Bu duruma itiraz eden ve halk kitleleri
üzerinden muhalefeti geliştirmeye çalışan kesim ve örgütlenmeler de yoğun
baskılara, militarist uygulamalara maruz bırakılarak sönümlendirilmeye
çalışılabilmektedir. Ne zaman ki yaşananlar karşısında ulus sınırları
ötesinden, küresel demokratik güçler ve uluslararası örgütlerden gelen baskı
artar; o zaman da yine aynı kesimlerin kendilerinin organize ettiği göstermelik
muhalefetler oluşturularak söz konusu baskılar bertaraf edilmektedir. Durum
böyle olduğunda zaten yoğun ekonomik ve sosyal çöküntü içerisinde yaşamak
zorunda bırakılan halk kesimleri radikal eğilimlere yönelmekte ve bu süreçler
hem devleti hem de toplumu yoğun olarak yıpratmaktadır (Nazpary, 2003). Sonuç olarak, yolsuzluktan kaynaklanan
bu yozlaşma bir zincir oluşturarak siyasi ve toplumsal ortamda ciddi
problemlerin ortaya çıkmasına ve hatta isyana kadar varan gerilimlerin
oluşturulmasına sebep olmaktadır.
Şurası çok açıktır ki ekonomik yaşamın iyileştirilmesi ve
kalkınma gibi süreçler, ülkede yaratılan siyasi istikrara ve toplumsal mutabakata
dayalı olarak gelişmektedir. Gerçek demokrasi olmadığında sadece demokrasinin
mevcutluğu havasının yaratılmaya çalışıldığı takdirde ne hakiki seçim vardır,
ne hakiki seçmen, ne de yatırım iklimi vardır. Yatırımı teşvik eden nedenler de
ortadan kalkar, adaletli paylaşım da, adaletli zengin olan da. Böyle bir
ortamda maneviyat yok olacaktır. Maneviyatı besleyen eğitim ortamı, doğruluk,
dürüstlük vb. örnekler de ortadan kalkar. Sonuçta kaos kaçınılmaz hale
geldiğinde toplumsal ve ekonomik yaşamda çöküntü ve bu alanlarda yeniden en
başa dönme durumu tezahür edecektir. BDT ülkeleri arasında bu konularda
sıkıntılar yaşamamış çok az ülke bulunmakla beraber Gürcistan (2003), Ukrayna
(2004) ve en son Kırgızistan (2010)’da tanık olunan manzaralar anlatılan
süreçleri doğrulamaktadır. Son olarak Özbekistan’dan dünya kamuoyuna yansıyan
şiddet ve kalkışma haberleri de bu anlatılan süreçlerin devamı niteliğindedir.
Her ne kadar buradaki kalkışma askeri yöntemlerle bastırılmış olsa da
yolsuzluk, yozlaşma, gelir dağılım adaletsizliği, demokrasi ve insan hakları
alanlarında ihlaller gibi olgular varlığını sürdürdükçe bu durum sürecektir.
BDT ÜLKELERİ
ARASINDA GEÇİŞ DÖNEMİ EKONOMİSİNDE ÖRNEK DENEYİM:
KIRGIZİSTAN
Kırgızistan
SSCB’nin dağılması sonrasında, 15 Aralık 1990’da egemenliğini, 31 Ağustos 1991
tarihinde de bağımsızlığını ilan etmiştir.
21 Aralık 1991 tarihinde Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye olan
Kırgızistan, bağımsızlık sonrası dönemde, topluluk çatısı altındaki ülkeler ve
özellikle de Türk Cumhuriyetleri içinde, siyasi ve ekonomik anlamda en aktif
uluslararası ilişkiler politikası izleyen, liberal ve demokratik ülkedir
(Çiftçi, 2004). Ancak diğer tüm ülkelerde ve Türk cumhuriyetlerinde olduğu
gibi, Kırgızistan’da da bağımsızlık heyecanı fazla sürmemiş, kısa sürede baş
gösteren ekonomik ve sosyal sorunlar halk üzerinde karamsarlık ve güvensizlik
ortamı yaratmıştır.
Kırgızistan örneği bütün özellikleri
itibariyle piyasaya geçiş ekonomisi karakteristiklerini yansıtmaktadır.
Kırgızistan’da doğal kaynakların süreç içerisinde değerlendirilmesine ilişkin
çalışmalardan başarılı sonuçlar alınmasıyla beraber, başka sektörlerin de
geliştirilerek ülke ekonomisinin, geniş tabanlı ve dengeli bir kalkınmaya doğru
yönelmesine daha fazla önem verilmeye başlanmıştır. SSCB sonrasında
Kırgızistan, ekonomisini yeniden yapılandırmaya mecbur kalmış; yüksek
enflasyon, işsizlik ve aşırı borç yükü gibi olumsuz parametreleri olumluya
çevirmenin yollarını aramıştır. Bu çerçevede IMF ile 1994 yılında bir program hazırlanmış,
bu programda enflasyon ve bütçe hedeflemesine gidilmiştir (Ramazanoğlu ve Acar).
IMF ve Dünya Bankası’nın yapısal değişim programları çerçevesinde başarılı
sonuçlara ulaşıldığı söylenebilir.
İçinde bulunulan durum genel olarak
değerlendirildiğinde, Kırgızistan’ın, serbest piyasa ekonomisinin gelişmesi
bakımından doğru yolda olduğunu söylemek mümkündür. BDT’deki konumu, DTÖ
üyeliği ve Pazar iktisadiyatına yönelik çalışmaları göze çarpan ülkelerden birisidir.
Bu bağlamda özellikle ülkede mevcut siyasi ve makro ekonomik istikrar, ekonomik
gelişmeyi kolaylaştırıcı etmenlerdendir. Ancak ne bu etmenler, ne de kabul
edilen kararlar geniş tabana hitap eden dengeli kalkınma için tek başlarına
yeterli değildir. Buna ilaveten Kırgızistan’da yoksulluğun ortadan kaldırılması
ve ülkenin sağlıklı bir ekonomik yapıya kavuşması için öncelik, demokrasinin ve
hukukun üstünlüğü ilkesinin varlığından ve işleyen pazar ekonomisinin
oluşmasından geçmektedir.
Kırgızistan Ekonomisi
Kırgızistan ekonomisi hayvancılık,
orman ve tarıma dayalı bir özelliktedir. Ülkede hayvansal ürünler üzerine
gelişen ve sonuçta et, deri, yün ve halı ihraç eden bir ekonomik yapı
oluşmuştur. Tarımın en önemli can damarı olan sulak arazilerde buğday, pamuk,
kenevir, tütün, yağlı tohumlar, şeker pancarı, üzüm, mısır gibi muhtelif
meyveler ve sebzeler yetiştirilmesi de önemli bir imkândır. Çalışan nüfusun
%34'ü tarım ve ormancılık alanlarında istihdam edilmektedir. Ancak, ülkede
sanayi yeterince gelişemediğinden, ihracatta tarım ürünlerinin payı oldukça yüksektir.
Tarımın iklim ve benzeri etkilere çok açık olması dönemlik dalgalanmaları da
beraberinde getirmektedir.
Ülke ekonomisinde yaşanan pek çok
sorunun temelinde SSCB döneminde uygulanan merkezi planlamaya dayalı ekonomi politikasının
etkileri bulunmaktadır. Bu dönemde SSCB sınırları içinde bulunan ülkelerin
belirli alanlarda ihtisaslaşması ve ülkenin coğrafi, kültürel ve ekonomik yapılarına
bakılarak ne tür üretim konusuna yöneleceği merkezden belirlendiğinden her ülke
aynı ölçüde zenginliği paylaşamamıştır. Özellikle bu ülkelerin gümrük birliğine
benzer bir yapıda, ürettikleri ürünleri SSCB bloku içinde satması karşılığında
ihtiyaç duydukları ürünleri alması sonucunda uygulanan düşük fiyat politikaları
etkinlik ve verimliliğin azalmasına yol açmıştır. En önemlisi ihtisaslaşma,
ülkeleri birbirine bağımlı hale getirmiştir. Bu işbölümü ve uzmanlaşma Kırgızistan’ın
hayvancılık ve kısmen de olsa tarıma yönelmesine yol açmıştır. Sonuçta
Kırgızistan 3 milyonu büyükbaş ve at olmak üzere yaklaşık 15 milyon hayvanın yetiştirildiği
bir ülke olmuştur (Ramazanoğlu ve Acar). Diğer sektörlerin yeterince
gelişemeyişi ülkenin ithalata bağımlı ve dışsal şoklara açık hale gelmesine yol
açmıştır. Merkezi planlama dönemine ait önemli bir uygulama, ülkedeki zengin akarsu
kaynaklarından elektrik üretimine ağırlık verilmesidir. Bunun tabii sonucu da
ihracat kalemleri içinde elektrik enerjisinin payının oldukça yüksek olmasıdır.
Ancak, elektrik enerjisi üretiminde kullanılan teknoloji oldukça eski ve hantal
olduğundan üretimde verimlilik sağlanamamakta ve dağıtımda büyük kayıplar yaşanmaktadır.
Ekonomik gelişme ve kalkınma bağlamında
ülkenin önündeki en önemli sorun kalifiye işgücünün düşüklüğüdür. SSCB döneminin
bir sonucu olarak, en kritik noktalarda ve teknik alanlarda Rusların istihdam
ediliyor olması Kırgızistan’ın politika üretemeyişinde etkili olmuştur.
Neticede Kırgızistan diğer ülkelere nazaran daha az
hammaddeye sahip olduğundan ülkeye kayda değer bir yabancı sermaye gelmemiştir.
SSCB döneminde işbölümüne dayalı, dışa kapalı ve Sovyet Cumhuriyetleri ile
büyük ölçüde entegre olan Kırgız ekonomisi, SSCB'nin dağılmasının ardından uğradığı
üretim kayıpları nedeniyle ciddi sorunlarla karşılaşmıştır. Sanayi sektörünün
ekonomideki payı büyük ölçüde savunma sanayine kaymış olup ülkede üretilen
hammaddelerin işlenmesine yönelik sanayi sektörü küçük üretim kapasitesiyle
çalışan bir sanayi haline gelmiştir. Eski ve yenilenemeyen işletmeler nedeniyle
zaten sınırlı olan sanayi kapasitesinden yeterli sonucu almak dahi mümkün
olamamaktadır. Bu durum ihracat imkânlarını büyük ölçüde azaltarak dış ticaret
açığının artmasına neden olmakta ve dış ticaret açıkları borçlanmayla
karşılandığından uluslar arası kurumlara bağımlılık artmaktadır.
Geçiş
döneminde Kırgızistan ekonomisinin başlıca öncelikleri olarak; yasal altyapının sağlanması, idari
sistemin daha işlevsel hale getirilmesi, özelleştirme sürecinin
hızlandırılması, yolsuzluk ve ekonomik ranta dayalı yozlaşmanın önünün
alınması, tam bir rekabet ortamı, kamu görevlilerinin eğitilmesi,
yatırımcıların teşvik edilmesi ve korunması gibi konular ön plana çıkmaktadır.
Geçen yıllar içerisinde özellikle özelleştirme konusunda ülkenin başarılı
adımlar attığı kabul edilmektedir. 1998 Rusya krizi ile 2002 yılındaki madende
yaşanan kaza sonucu meydana gelen üretim azalması dışındaki dönemde
Kırgızistan, yılda ortalama %4,5 oranında büyümüştür (Çiftçi, 2004).
Kırgızistan, IMF’nin yanı sıra Dünya Bankası, Avrupa İmar ve
Kalkınma Bankası (EBRD), Asya Kalkınma Bankası (ADB) gibi uluslararası
kuruluşlarla da gelişen diyaloglarını sürdürmektedir. Bu kapsamda ülkede sulama
sisteminin geliştirilmesi ve yargı reformu gibi konularda krediler
sağlanmıştır. Sistemin iyileştirilmesine yönelik bu krediler yukarıdaki
önerilerle örtüşmektedir. Yine IMF’nin bütün dünyada standart önerileri haline
gelen borç yükünün indirilmesi, mali disiplinin sağlanması ve yoksullukla
mücadeleye gereken önemin verilmesi önerisi de ciddi bir sorun olarak
Kırgızistan’ın önündedir. Fakat IMF gözetiminde problemlerini çözen bir
Kırgızistan’ın, yapısal sorunlarının da üstesinden gelmesiyle kısa vadede
yabancı yatırımlar için cazip hale gelebileceği söylenebilir. Coğrafi olarak
sıkışmış yapısı bir dezavantaj olsa da yine de daha fazla yabancı şirketin
ülkeye ilgisi olabilir. İç tasarrufların yeterli olmadığı böyle bir ülke için
bu bir zorunluluktur.
Son derece önem taşıyan bu konu ile ilgili en ilginç
verilerden birisi de ülkede karaborsanın son 6 yılda milli gelirin %50’sine
ulaşmasıdır. Bu konu, geçiş dönemi ekonomilerinin en temel sorunlarından
birisidir. Çözümü noktasında atılan adımlar ve reform süreçlerinin sonuçları,
ekonomik büyüme göstergelerini oldukça etkilemektedir.
SONUÇ:
SSCB’nin
dağılmasının ardından BDT şemsiyesi altında toplanan ülkeler, merkezi
planlamacı ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş yapan ve halen yükselen
ve gelişen ekonomiler kategorisinde kabul edilen ülkelerdir. Özellikle geçiş
sürecinin başlangıç döneminin karakteristik bir yanı olan üretim düşüklüğü,
ekonomik daralma gibi olguların arkasında organizasyon bozukluğunun ve
piyasaların gelişmemişliğinin ve yetersizliğinin önemli bir etkisi olmaktadır.
Ayrıca söz konusu ülkelerdeki beşeri sermayenin yeni atmosfere uyum sağlama
noktasındaki çekincelerine de dikkat çekmek gerekmektedir. Çünkü geçiş dönemi
ekonomik birimlerin hepsinin davranışlarında piyasa ekonomisine uygun
değişiklikler yapmalarını gerektirmektedir. Dolayısıyla BDT ülkelerinin piyasa
ekonomisine geçiş sürecinde önemli yapısal ve kurumsal reformları
gerçekleştirdikleri görülmektedir. Gerçekleştirilen reformların başında, başarısı ve yöntemi sorgulansa da kamu
mülkiyetinden özel mülkiyete geçiş süreçlerinde önemli aşamalar kat ettiklerini
söylemek mümkündür.
Geçiş ekonomileri, merkezi planlamaya dayanan sistemin
doğurduğu hantal ve bürokratik devlet anlayışından vazgeçerek; etkin, rasyonel,
şeffaf, hesap verebilir ve katılımcı bir devlet anlayışını hayata geçirmek
hedefinden hareket etmektedirler. Bu yüzden de öncelikle bu ülkeler yabancı
yatırımları ve müteşebbisleri kendilerine çekmek için gerekli altyapıyı
oluşturmak ve bu söz konusu yatırımları devlet garantisine almak perspektifine
göre hareket ederler. Bunun bir uzantısı olarak bu ülkeler hantallaşmış
bürokratik yönetimlere ve düşük üretim rakamlarına sahip ekonomik kurumları
özelleştirmeyi öncelikli olarak ele almaktadırlar. Bu özelleştirme programları
hazırlanırken de özellikle yabancı ve/veya çok uluslu şirketlerin katılımları
üzerinden yürütülmektedir. Bu süreçlere paralel olarak, geçiş döneminin başlıca
sorunları olan ekonomik alandaki yolsuzluk, gelir adaletsizliği, dar elit
kesimlerin ve kimi ailelerin ekonomiye/bürokrasiye hakimiyet kurmaları,
demokratik haklar gibi konularda da ciddi reformlar ve düzenlemeler yapmak
durumundadırlar.
KAYNAKÇA:
1) Ağayev, S. ve
Yamak, N. (2009) “Bağımsız Devletler Topluluğu Ülkelerinde Ekonomik Büyümenin
Belirleyicileri”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 23,
Sayı: 4, Ankara.
2)
Akalın, G. (2002) Türkiye’de Ekonomi - Politik Kriz ve
Piyasa Ekonomisine Geçiş, Akçağ Yayınları, No: 438, Ankara.
3)
Aktay, Yasin vd. (2010) Siyaseti, Ekonomisi, Güvenliği, Dış
Politikaları ve Stratejik İlişkileriyle; Yeni Rusya, Stratejik Düşünce
Enstitüsü, Ankara.
4)
Altay, A. (2003) “Geçiş Ekonomilerinde Devletin Ekonomik
Rolleri, Görevleri ve KOBİ’lerin Durumu”, Maliye Araştırma Merkezi Konferansları,
Maliye Araştırma Merkezi Yayın No:86, Kırkbirinci Seri-Yıl 2002, İstanbul.
5) Campos, N.F. ve Coricelli, F. (2002) “Growth in
Transition: What We Know, What We Don’t and What We Should”, Journal of
Economic Literature, XL, 793-836.
6)
Caratini:
1992). CARATINI,
R. (1992) Dictionnarie des Nationalites et des
Minorites de l’ex-URSS, References
Larousse, Histoire, Paris.
7)
Çiftçi, Aydın (2004) Geçiş
Ekonomilerini Yaşamakta Olan Ülkelerde Yabancı Yatırımcılara Sağlanan İmkanlar,
Karşılaşılan Problemler ve Çözüm Yolları(Kırgızistan Modeli), Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Bişkek.
8)
Fidrmuc, J. (2003) “Economic Reform, Growth and Democracy
During Postcommunist Transition”, William
Davidson Institute Working Paper, No. 372.
9)
Hüseynov, Fuad, “Bağımsız Devletler Topluluğunun Oluşumunun
Hukuki Boyutları”
www. dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/280/2544.pdf (18.12.2010)
10)
Nazpary, J.
(2003) Sovyet Sonrası Karmaşa, Kazakistan’da Şiddet ve Mülksüzleşme, İletişim,
İstanbul.
11)
North, D. (1999) The Process of Economic Change. IEA,
London.
12)
Ramazanoğlu, G. ve Acar, İ. A., “Bir Geçiş Ekonomisi Örneği Olarak Kırgızistan;
Siyasi, Ekonomik ve
Toplumsal Yanaşımlar”, http://www.google.com.tr/#hl=tr&biw=1259&bih=626&q=bir+ge%C3%A7i%C5%9F+ekonomisi+k%C4%B1rg%C4%B1zistan+geybulla+ramazano%C4%9Flu+makale&aq=f&aqi=&aql=&oq=&fp=2dd1c2f5401d87a1 (25.12.2010).
13) Sipahi, H. (2010) “Geçiş
döneminde Kazakistan Ekonomisi” http://ülkü.net/index.php?option=com_content&view=article&id=97:geci-doeneminde-kazakistan-ekonomisi&Itemid=58 (22.12.2010)
14) Tandırcıoğlu,
H. (2002) Geçiş Ekonomilerinde Özelleştirme, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt 4, sayı 3, İzmir.