ÖZGÜRLÜK TUTKUNU BİR
KÜRT AYDINI VE SİYASETÇİSİ:
KOÇZADE YUSUF ZİYA BEY
“Bizi ip ve mermiyle
karşılıyorsunuz.”
Mottoda yer verdiğimiz söz, yüzyılın başında Kürt aydınlanmasının
ve ulusal mücadelesinin simge isimlerinden biri olan Yusuf Ziya Bey’in idam
mangası karşısındaki son sözüdür. Bu son söz, aynı zamanda kendilerinin verdikleri
mücadeleye olan inancı ve haklılıklarına olan güveni anlatır. Öyle ki,
kendilerini ip ve mermi ile bekleyenlere inat, son sözleri yine özgürlüğü
haykırmak olmuştur.
Yusuf Ziya Bey, Bitlis’in tanınmış ailelerinden biri
olan Koçzade ailesine mensuptur. Bu nedenle çeşitli kaynaklarda ismi ‘Koçzade
Yusuf Ziya Bey’ biçiminde geçer. 1882 yılında Hacı Ömer Suat Ağa'nın oğlu
olarak Bitlis'te dünyaya gelmiştir. Bitlis Sultanisi’ni bitirdikten sonra bir
süre ticaret yapan Yusuf Ziya Bey, daha sonra ticareti bırakarak Osmanlı
bürokrasisinde çeşitli görevler üstlenir. Maarif Müdürlüğünde başkâtiplik
görevi yaptıktan sonra siyasete yönelir. Büyük Millet Meclisi’nin 1. Dönem
milletvekili seçimlerine katılarak 16 Ağustos 1920’den itibaren Bitlis milletvekili
olarak parlamentoya girer ve 1923’e kadar bu görevini sürdürür. Milletvekilliği
yaparken Kastamonu İstiklal Mahkemesi üyeliğine seçilir. İlk mecliste İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin devamı niteliğindeki politik eğilim olan Müdafaa-i
Hukuk Grubuna muhalif olan ‘İkinci Grup’ içerisinde yer alan Yusuf Ziya, Lozan
Barış Antlaşması sürecinde Kürtlerin hak ve talepleri için Mecliste güçlü bir
muhalefet yürütür. Tüm yaşamı boyunca Kürt halkının özgürlük mücadelesinin
savunucusu olan Yusuf Ziya Bey, dönemin Kürt politik hareketleri içerisinde de
önemli roller üstlenmiştir. Kürt yayıncılığın ilk ürünlerinden olan Roja Kurd
ve Jin dergilerinde bazı yazı ve şiirleri yayınlanır.
Yusuf Ziya Bey’in Kürt yurtsever çevreleriyle
ilk ilişkilenmeleri İstanbul’da olmuştur. Bu dönem Kürt aydınlanmasının merkezi
durumundaki İstanbul, Kürt aydınlarının çeşitli örgütlenmeler etrafında
buluştukları ve ilk yayıncılık faaliyetlerine başladıkları bir yerdir. Yusuf
Ziya Bey de burada ilkin Kürdistan Teali Cemiyeti’ne üye olur. Kürdistan
Teali Cemiyeti ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin birleşmelerinde önemli rol
oynar. İki Kürt örgütünün Kürdistan İstiklal Komitesi (Azadi) çatısı altında birleşmelerinden
sonra, örgütün en etkin şahsiyetlerinin başında gelir.
Bir taraftan Azadi’nin Bolşeviklerle sürdürdüğü görüşmelere katılır, diğer taraftan
milletvekili olma avantajını da kullanarak; örgütlenme
faaliyetlerini yürütür. Bu dönem Azadi örgütünün
diplomatik faaliyetlerinin merkezinde görev alır.
Bolşeviklerle Tiflis’te gerçekleştirilen görüşmelerde temel talepleri,
Kürtlerin Lozan görüşmelerinde taraf olarak kabul edilmesi için, Sovyetler
Birliği’nin desteğini almaktır. Azadi örgütü, Lozan görüşmelerinde Türk
heyetinin Kürtleri temsil etmediğinde ısrarlıdır. Bu yüzden de görüşmelere Kürt
tarafının müdahil kılınması için dayatmada bulunmaktadır. Eğer kabul
ettirilmesi sağlanmış olsa, Yusuf Ziya Bey, Lozan’a katılarak Kürtleri temsil
edecektir. Ancak yapılan bütün girişimler bu konuda bir sonuç vermez.
Yusuf Ziya Bey aynı zamanda Türk Meclisindeki
Kürt muhalefetinin de başında yer alır. Türk meclisindeki konuşmalarıyla Kürtlerin talep ve şikâyetlerini
dillendirmeye çalışır. Lozan sürecinde Musul’un İngilizler’e bırakılmasının
ortaya çıkması üzerine Türkiye meclisinde yaptığı bir konuşmada şöyle
demektedir:
“Musul’un; Kürdün tarihinde bir kıymeti ve ehemmiyeti vardır… İhtimal ki başka bir yer olsaydı bu kadar telaş etmezdim. Musul’un Kürdün tarihinde bir sandalyesi vardır. Arkadaşlar; bir insanı ikiye bölmek veyahut herhangi bir parçasını ayırmak mümkün değil ise Musul’u Türkiye’den ayırmak öylece mümkün değildir.”
Yusuf Ziya Bey, Kürtlerin emperyalist devletler ve Türkiye’nin işbirliği yapması sonucu bölünmesine şiddetle tepki göstermiştir. Özellikle Musul’un ve Güney Kürdistan’ın İngilizlere bırakılmasının, Kürtleri tam ortasından ikiye böleceğini ve bu bölünmenin Kürdistan için taşıdığı tehlikelerin farkındadır. Daha da önemlisi, Kemalistlerin böylesi bir süreçten sonra Kürtlere dönük ret ve inkâr politikalarına yöneleceğinin de farkındadır. Buna dair düşünce ve kaygılarını da meclis kürsüsünde şöyle dile getirir:
“Musul’un; Kürdün tarihinde bir kıymeti ve ehemmiyeti vardır… İhtimal ki başka bir yer olsaydı bu kadar telaş etmezdim. Musul’un Kürdün tarihinde bir sandalyesi vardır. Arkadaşlar; bir insanı ikiye bölmek veyahut herhangi bir parçasını ayırmak mümkün değil ise Musul’u Türkiye’den ayırmak öylece mümkün değildir.”
Yusuf Ziya Bey, Kürtlerin emperyalist devletler ve Türkiye’nin işbirliği yapması sonucu bölünmesine şiddetle tepki göstermiştir. Özellikle Musul’un ve Güney Kürdistan’ın İngilizlere bırakılmasının, Kürtleri tam ortasından ikiye böleceğini ve bu bölünmenin Kürdistan için taşıdığı tehlikelerin farkındadır. Daha da önemlisi, Kemalistlerin böylesi bir süreçten sonra Kürtlere dönük ret ve inkâr politikalarına yöneleceğinin de farkındadır. Buna dair düşünce ve kaygılarını da meclis kürsüsünde şöyle dile getirir:
“Arkadaşlar, ben de biliyorum boştur, sözlerimin
kıymeti yoktur, kimse dinlemeyecektir, yol taayyün etmiştir. Gidecek yol
karanlıktır, tehlikelidir… Ben de biliyorum. Fakat ben tarihe söylüyorum, ben
Allaha söylüyorum…”
Kürtlerin halk ve coğrafya olarak parçalanması karşısında tüm gücüyle
haykırmaktan asla geri durmayan Yusuf Ziya Bey, Türklerle Fransızlar arasında
1921 yılında imzalanan Ankara Anlaşmasına da atıf yaparak Meclisteki Lozan
heyetine hitap eder. Meclisle sınırlı kalmayan ve Türkiye devletinin ileride
uygulayacağı politikaları görüp seslerini yükselen Kürt muhalefeti,
Kemalistleri ciddi biçimde rahatsız etmeye başlayacaktır. Bu rahatsızlık, devleti
yönetenlerin, aynı zamanda Kürt hareketlerinin ve bunlara öncülük eden aydın ve
liderlerin tasfiye edilmeleri sürecini başlatmalarına da vesile olacaktır. Kürt
halkı için yeni bir karanlık dönemin başlangıcıdır bu.
Nihayetinde Lozan Anlaşması imzalanır ve Kemalist devlet, dinsel reform
adı altında Kürt ulusunu eritme politikasını açıkça yürürlüğe koymaya başlar.
Bunun üzerine, Yusuf Ziya Bey’in de merkezi düzeyde üyesi olduğu Kürdistan
İstiklal Komitesi (Azadi), genel bir ayaklanma için alttan alta örgütlenmeye
başlar. Azadi’nin
diplomasi faaliyetlerini yürüten Yusuf Ziya Bey, örgüt ile Kürdistan’daki
unsurlar arasındaki ilişkileri de bizzat yürütür ve bu amaçla 1923 ve 1924’te
iki kez tüm Kürdistan’ı dolaşır. Hareketin lideri durumundaki Cibranlı Halit
Bey'in Kürdistan’daki aşiret reislerine ve din adamlarına yazdığı mektupları
onlara ulaştırır. Bölgedeki varlıklı ve sözü geçen birçok şahsiyetin Azadi
örgütlenmesine katılmasını sağlayan kişi bizzat Yusuf Ziya’dır. Mücadeleye
katılmasını sağladığı bu isimlerin başında ise Nakşibendi şeyhi olan Şeyh Said
gelmektedir.
Kürdistan’da ayaklanma için hazırlıklar sürerken Eylül 1924’te
Beytüşşebab Ayaklanması patlak verir. Bu bölgede görevli kardeşi Teğmen Ali
Rıza ile yaptığı telgraf görüşmeleri bahane edilerek Yusuf Ziya Bey 10 Ekim
1924 tarihinde Erzurum’da tutuklanır ve buradan Bitlis hapishanesine
gönderilir. Aslında bu operasyon emri bizzat M. Kemal tarafından verilmiş ve
bölgede etkinliği gittikçe artan Azadi hareketinin boğulması amaçlanmıştır.
Yusuf Ziya Bey, bu süreçte tutuklanan kardeşi Teğmen Ali Rıza, damadı Faik Bey,
Molla Abdurrahman ve Cibranlı Miralay Halit Bey ile birlikte Bitlis Harp
Divanı’nda ‘Hıyanet-i Vataniye”ye istinaden yargılanırlar. Yargılamanın nasıl ve kimler tarafından yapıldığı tam olarak
bilinmemektedir. Bitlis Harp Divanı’nın tutanakları hakkında bugüne değin tek
satır dahi açıklanmış değildir. Böylece Kürt halkının bu beş kişiden oluşan,
seçkin lider kadrosu 14 Nisan 1925 günü sabah saat 05.30’da Bitlis Çarşısı’nda
kurşuna dizilerek katledilirler. İdam edilen şahsiyetlerin cenazeleri, devlet
tarafından bilinmeyen bir yere defnedilir. Halk arasında, cenazelerin
defnedildiği yerin üstüne, sonradan tütün fabrikası (eski tütün fabrikası) inşa
ettirildiği söylenmiştir.
Yusuf Ziya Bey,
yaşamının tamamını Kürt halkının özgürlük mücadelesine ve aydınlanmasına adamış
önemli bir Kürt şahsiyetidir. Mücadele verdiği her zeminde Kürt halkının hem
sözcüsü, hem diplomatı hem de savaşçısı olma özelliklerini birlikte taşıyarak
kendinden sonraki nesillere onurlu bir yaşam öyküsü ve mücadelesinden
çıkarılacak pek çok dersler bırakmıştır. Bunun en bariz kanıtı ise 14 Nisan
1925 günü Bitlis Çarşısı’nda kurşuna dizilmeden hemen önce söylediği sözlerde
gizlidir:
“Bize mevki ve
rütbe bahşetmek suretiyle bizi aldatabilirsiniz endişesi içindeydim. Şükür
Allah’a ki bizi mermi ve iple karşılıyorsunuz ve bundan dolayı biz hiç pişman
değiliz. Verdiğimiz ders sayesinde torunlarımız öcümüzü alacaklardır.”
Yusuf Ziya Bey’in
ve diğer direnişçilerin bıraktığı mirası devralan Kürt halkının onurlu
evlatları, onlardan aldıkları özgürlük bayrağını taşımayı sürdürmektedir.
Kürdistan’ın bilge ozanlarından Cîgerxwîn’in
dizeleri, bu mücadelenin
zaferle taçlanacağı bayram gününü bizlere müjdeliyor:
Dilo, Ûsiv Zîya rake ji gorê;
Berê kuştî bi carek bidine dorê,
Ji bo kurdan bikin cehd û xebat e,
Hela rabin sibe îda welat e.
Kaynakça:
Berê kuştî bi carek bidine dorê,
Ji bo kurdan bikin cehd û xebat e,
Hela rabin sibe îda welat e.
Kaynakça:
Garo Sasuni; Kürt Ulusal Hareketleri ve Kürt- Ermeni
İlişkileri, Orfeus Yayınevi, Stockholm
Cemil Gündoğan; Kawa Davası Savunması ve Kürtlerde
Siyasi Savunma Geleneği, Vate Yayınevi.
Hıdır Göktaş; Kürtler, İsyan – Tenkil, Alan
Yayıncılık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder