TÜRKİYE’DE SİYASAL
İSLAM, CEMAATLER VE KÜRT SORUNU
Türkiye’de siyasal İslamcıların ve
İslamcı cemaatlerin Kürt sorununa yaklaşımlarında farklılıklar ve özgünlükler
olmakla beraber, baskın tutum ve algılayış “Kürtlerle din kardeşliği olduğu,
yüzyıllardır kader ortaklığı yapıldığı, Kürt milliyetçiliğinin iki halkı
birbirine kırdırmak için ortaya çıkarılmış bir fitne olduğu, ülkede yaşayan
Kürtlerin herhangi bir baskı zorlama ya
da kıyam görmedikleri, bu iddia sahiplerinin komünistlerin, emperyalistlerin uşakları
oldukları….” biçimindedir. Özellikle 1980 sonrası yıllarda sistemle bütünleşme
eğilimi içinde olan İslamcılar, bu noktada sistemin eskiden beri süre gelen inkârcı
politikalarını sürdürmektedirler. Kürtlerin varlığı açıkça yadsınmasa da, halk
olarak kimlik temelli demokratik taleplere karşı devletin klasik retoriğini
aşamamaktadırlar. Elbette bunun başlıca nedeni Türkiye İslamcılarının Türk
Milliyetçiliği siyasetini gütmeleri ve bu eksende “devletin ve milletin
bölünmez bütünlüğü”ne dair sahip oldukları inançtır. Bu konuda kimi farklı
İslamcı yapılanmalardan örnekler vermek konuyu anlamada ön açıcı olacaktır:
Adıyaman’da bulunan Nakşibendi Menzil tarikatının
geçmişten beri Türk milliyetçileri için kutsallık atfedilen bir yer olduğu
bilinir. Kendisi de Siirtli bir Kürt olan Menzil şeyhine Nizamı Alem’ci ve ülkücülerin ilgisi pek çok kez basında işlenmiştir. Aynı
tarikat güncel siyasetten uzak duruyormuş gibi görünmesine rağmen sağ ve
milliyetçi politikacıların uğrak yerlerinden biri olmayı sürdürmektedir. Tarikatın 1987 seçimi öncesi RP’yi, sonraki
yıllarda ANAP’ı desteklediği ve bunu dile getirdiği bilinen bir durumdur.
“Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’ım” sözünü şiar belleyen
Menzil tarikatı şeyhi M.Reşit Erol gazetecilerle görüşmesinde sürekli “devlete
olan bağlılığını” (Çakır;
2002) vurgulamaktan geri durmamaktadır.
Haydar Baş’ın şeyhi olduğu Türkiye’deki
en yaygın Kadiri tarikatının yayını olan Öğüt Dergisi : “… Musul ve Kerkük’e
Türkiye’nin müdahale etmesini savunarak Türkçü politikalara yanaşan dergi, bu
konuda en büyük engelin ABD’den geldiğini ifade ediyor” (Çakır; 2002)
Aynı tarikatın kendi televizyon kanalında Türk milliyetçiliği politikaları
ekseninde programlar yaptığı da biliniyor.
Fethullah
Gülen, 1980 Şubat ayında verdiği bir vaazda,
“anarşist ve terörist” olarak nitelendirdiği kişileri devletin asker ve
polisine bildirmeyenlerin Allah katında sorumlu olduklarını belirterek şöyle
diyordu: “İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun,
riyaseti cumhuriye duysun. Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde
gereken ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet!” (Çakır; 2002)
F. Gülen’in Kürtlere ilişkin
düşüncelerini ortaya koyması bakımından onun ve cemaatinin düşüncelerine
“üstat”lık etmiş olan Saidi Kurdi’ye yaklaşımı da iyi bir örnek teşkil eder: “Her Erzurumlu doğuştan milliyetçi ve
biraz da Turancıdır. Bu düşünce, zihniyet çevrenin tesiriyle bende de vardı.
Daha sonra bu düşünce zail olup gitti, faka ben bu düşüncenin insanıyken,
Bediüzzaman’ın Anadolu’dan çıkmış olmamasını dahi kendimce bir mesele yaptım ve
içimde bu düşünceyi bir ukde olarak taşıdım. Ve işte beni Bediüzzaman ile
görüştürmeyen bu düşüncedir. Ben, Anadolu’nun bağrında gelişmeli ve boy atmalı
değil miydi,
demekteydim.” (Kutlay;2005)
Kürtlere ve Kürt sorununa bakış açısı
Türkiye’deki siyasal İslamcı partiler açısından da benzerdir. MNP, MSP, RP, FP,
SP ve en son AKP de
izlenen Kürt politikaları kimi
dönemler farklı söylemler kullanılmış olsa da özünde hep aynı olmuştur. Kürt
kimliğini inkâr etmeden bu partilerde siyaset
yapabilen Kürt yoktur.
Seçim öncesi süreçlerde oy
kaygısıyla ve elbette Kürtlerin dini muhafazakârlık
duygularına hitap eden İslamcı partiler, konu Kürtlerin kimlik, dil, kültür,
eşit anayasal yurttaşlık taleplerine geldiğinde alabildiğine devletçi,
statükocu, inkârcı bir duruş sergilemektedirler. Bu noktada “RP’nin 1994’te DEP Davasında
Mecliste izlediği milletvekilliklerinin düşürülmesi yönündeki tutumu..” (Gülalp;2003) İslamcıların samimiyetini ve
demokratlığını da ortaya koymaktadır. “İslam kardeşliği, ümmetçilik” söylemini
kullanarak Kürtler’den destek isteyen bu partiler, son dönem izlediğimiz gibi Kürtlerin
hak ve özgürlük talepleri karşısında orduyla ve Kemalist bürokrasi ile açık bir
işbirliği yapmaktadırlar.
Kürt
Özgürlük Hareketini din karşıtı, ateist, gösteren
söylemleri sıkça kullanan İslamcı politikacılar bir yandan bölge insanını
açlıkla terbiye etme politikası güderken, öte
yandan da sözde hayır kurumlarını yaygınlaştırmakta ve insanları makarnayla,
kömür yardımıyla satın almaya çalışabilmektedir. Bu noktada son dönemde
örgütlülük alanları, iktidar partisinin de açık desteğiyle genişleyen İslamcı
kurumlar ve dernekler bu siyasetin birer uzantısı durumundadırlar.
KAYNAKLAR:
Çakır, Ruşen (2002), Ayet ve Slogan:
Türkiye’de İslami Oluşumlar, Metis Yay.
Siverekli, İsmet (2008), Kürdistan’da
Siyasal İslam, Peri Yay.
Gülalp, Haldun (2003), Kimlikler
Siyaseti, Metis Yay.
Kutlay, Naci (2005), Türk Siyasal
İslamcılığında Kürt Damarları, Beybun Yay.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder