4 Temmuz 2012 Çarşamba

AKP’NİN KÜRT AÇMAZI: NE YARDAN NE SERDEN


AKP’NİN KÜRT AÇMAZI: NE YARDAN NE SERDEN




Giriş

Türkiye, 12 Haziran 2011’de yapılan genel seçimlerden sonra Kürt sorunu ve ülkenin doğu-güneydoğusunda cereyan eden şiddet döngüsünün nasıl ortadan kaldırılabileceği üzerine yapılan tartışmalara odaklanmış durumdadır. Bölgede yaşanan ve artık rutin hale gelen çatışma, operasyon, ölüm haberleri süredursun; kamuoyunda sorunun çözümü için beklentilerin ayyuka çıktığını gözlemlemek mümkündür. Bu noktada en son ortaya çıkan ve uzun süreden beri aslında zımnen kabul edilen devletle PKK ve Öcalan görüşmeleri son dönem tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmaktadır.
Genel seçimlerden üçüncü kez tek başına iktidar olarak çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Kürt sorununun çözümü konusunda on yıllık bakiyesi ele alındığında ortaya çıkan tablo, toplumun bir kesimi açısından çözüme en yakın olunan dönem olarak okunmaktadır. Bir diğer kesim ise, AKP’nin Kürt sorununa dair vizyonunu ve ürettiği politikaları süreklilik ve tutarlılık arz etmeyen bir doğrultu üzerinden değerlendirmekte, bu temelde karamsar bir bakış sergilemektedir.
Bu çalışmada AKP’nin Kürt meselesine bakışı ve bu eksende ortaya çıkan gelişmeler analiz edilmektedir. Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamında ‘Aşil topuğu’ olarak tanımlanan Kürt sorununda gelinen düzey, sorunun artık barışçıl yollarla çözümünü alabildiğine dayatmakta, aksi takdirde daha fazla derinleşme riskini de kendi içinde barındırmaktadır. Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği bir dönemden geçerken ve Türkiye bu şekillenmede lider ülke rolüne soyunuyorken Kürt meselesi daha bir önem kazanmakta ve atılacak her adımı önemli hale getirmektedir.
“Kürt Açılımı”, “Demokratik Açılım” ve en son “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak tanımlanan sürecin Kürt sorununa getirdiği yeni boyutu incelemek amaçlı bu çalışmada, AKP’nin Kürt sorununa dair yaklaşımları, söz konusu yaklaşımların hayata geçirildiği politik düzlemler, Kürt politik hareketinin geliştirdiği karşı refleksler ve en nihayetinde içinde bulunduğumuz dönemin Kürtler tarafından nasıl değerlendirildiği önem kazanmaktadır. Bu bağlamda Van ilinde yapılan gözlem ve görüşmeler ön açıcı mahiyet içermektedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Kürt Sorunu Tasavvuru:
AKP 2002’de tek başına iktidara geldiğinde, Kürt sorunu bütün ağırlığıyla karşısında bulunuyordu. PKK’nin Türkiye ve Kuzey Irak’taki varlığı, İmralı Adası’ndaki Öcalan faktörü, AB’ye giriş sürecinde ülkeyi bekleyen demokratikleşmeye dair adımlar ve bölgede yaşanan çatışmalı sürecin ağır tahribatları gibi konular tüm zorlayıcılığıyla orta yerde bulunuyordu. Beri yandan AKP, hem Kürt illerinden hem de Batı’da yaşayan Kürt seçmenlerden önemli oranda bir destek görmüştü. Kendinden önceki tüm iktidarların bu konuda yaşadığı hezimetin bir benzerini yaşamak istemiyordu. Keza sorunun Türkiye sınırlarını aşan boyutu da artık salt güvenlik stratejileriyle çözüm aramayı zorlaştırmaktaydı. ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrasında, Kürtlerin ülkenin kuzeyinde defacto bir otonomi elde etmiş olması da göz ardı edilmeyecek bir durumdu.
AKP’nin Kürt sorunu konusundaki başlıca politikaları parti programında ortaya konulmaktadır. Programda “Doğu ve Güneydoğu” başlığı altında partinin Kürt meselesine bakışı anlatılmıştır. Ancak daha en başında sorunun tanımı konulurken bile “Kürt sorunu” demekten kaçınan, “Kimimizin Güney Doğu, kimimizin Kürt, kimimizin de Terör sorunu dediğimiz olay” diyerek sorunu net bir tanıma kavuşturmaktan imtina eden program, devamla “ulusal bütünlük” ve “üniter devlet” vurgusuyla sürmekte ve sorunun çözümü noktasında bireysel haklar, ekonomik yatırımlar gibi kavramlar üzerinden öneriler geliştirmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ülkenin başlıca meselesi durumundaki Kürt sorununun tarihsel, toplumsal dinamiklerini görmezden gelen bir söylem üretilmektedir. Dolayısıyla AKP programının girişinde partinin temel ilkesi ifade edilen "Herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir" özdeyişi daha ilk adımda havada kalmaktadır.
AKP’nin takribi on yıllık iktidarı süresince ortaya koyduğu performansa bakıldığında Kürt sorununun çözümü noktasında aslında hala ‘en başındayız’ demek yanlış olmayacaktır çünkü hala soruna dair ortaklaşılabilmiş bir tanımlama dahi bulunmamaktadır (Akçura,2009; 30). Türkiye’deki kamuoyu, medya, akademi dünyası hala sorunun net bir tanımını koyamamıştır (Yeğen, 1999; 170). Tartışmalarda gelinen noktada ise Kürt meselesi, Türk kimliğini yeniden tanımlama sürecinin de merkezine oturmuştur (Cizre, 2005; 142). Özellikle artık herkes tarafından kabul edilen, yeni bir anayasa yapılması ihtiyacı tartışılırken bu konuda konsensüs sağlanamamaktadır. Nihayetinde Kürtlerin temel talebi de kimlik ve kolektif haklarının anayasal statü altına alınması olduğundan, tartışmalar düğümlenmektedir (Kirişçi ve Winrow,1997; 212). Şu bir gerçek ki soruna tarihsel toplumsal perspektiften yoksun, salt güvenlik ve terör gibi kavramlar üzerinden yaklaşıldığı sürece de çözüm tartışmaları akamete uğramaya mahkum olacaktır. 
Aslında AKP daha yola çıkarken bile, Türkiye’nin gündemini en fazla meşgul eden konularda kesin cümleler kurmaktan hep kaçınmıştır demek yanlış olmayacaktır. AKP Kürt sorununa, başörtüsüne veya Alevilerin sorunlarına özel olarak atıf yapmak yerine, bunları genel demokratikleşme perspektifi içinde değerlendirmektedir (Akdoğan, 2010; 92). Bu noktada tutarlı bir politik duruştan ziyade, pragmatik söylemler üretilmektedir.
AKP ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iktidar olmadan çok daha önce Kürt meselesi ile tanışmışlardı. Burada Türkiye’deki sosyal demokrat partilerin çöküşü ve sonrasında doğan boşluğun siyasal İslamcı membadan beslenen Refah Partisi’nce doldurulduğu düşüncesi de mevcuttur (Yavuz,2005; 314). Kürt meselesine dair Refah Partisi sürecinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken, 1991 yılında Erdoğan tarafından hazırlatılan “Kürt Raporu” hala kimi zaman tartışılmaktadır (Çakır ve Çalmuk, 2001; 196-201). Kürt kimliğinin tanınması, anadilde eğitim hakkının sağlanması, resmi ideolojinin tanımlamalarının bırakılması, Kürt sorunu tanımı, insan haklarının geliştirilmesi gibi öneriler o dönem için ne kadar ileri iseler, bugünden bakıldığında da yine aynı aktörlerin güncel tartışmalarının düzeyine dair turnusol işlevi görmektedir. Raporu ilginç kılan özelliklerinden biri de, hazırlayan isimlerin bugünkü konumlarına dairdir. Rapor yazarlarından Mehmet Metiner bugün AKP Adıyaman milletvekili, Altan Tan ise BDP Diyarbakır milletvekili olarak meselenin iki ayrı ve zıt kulvarında siyaset yapmaktadırlar.
AKP’nin Kürt meselesinde ürettiği politikalar konusunda yöneltilecek en temel eleştirilerden biri,  soruna ve sorunu çözme noktasındaki önceliklerine dair içinde bulunduğu tutarsızlıktır. Bu tutarsızlık en bariz olarak başbakan Erdoğan’ın söylemlerinde mevcuttur: "Sorun var" diye inanmayacaksın, "yok" diye inanacaksın. "Sorun var" diye inanırsan, sorun olur. "Sorun yok" dersen, sorun ortadan kalkar. Biz diyoruz ki, böyle bir sorun yok.  Kürt sorunu yok dersen sorun ortadan kalkar”. Erdoğan’ın 25 Aralık 2002’deki Moskova ziyareti sırasında diyalog kurduğu bir Kürt işçiye söylediği bu cümleler hayli tartışma yaratmış ve Kürt hareketi tarafında da tepkiyle karşılanmıştır.
Aynı Erdoğan’ın 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’da “İlla 'ad koyalım' diyorsanız, Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Bu sebeple 'Kürt sorunu ne olacak?' diyenlere diyorum ki, bu ülkenin başbakanı olarak, o sorun, herkesten önce benim sorunumdur. Biz büyük bir devletiz ve her sorunu daha çok demokrasi daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz, bu anlayışla çözüyoruz. Ülkenin hiçbir sorununu yok saymıyor, her sorununu gerçek kabul ediyoruz ve yüzleşmeye hazırız…” biçiminde konuşması, çoğu kimse tarafından Kürt sorununa dair o güne kadar bir başbakanın ağzından çıkmış en açık yürekli ve heyecanlı sözler olarak ifade edilmekteydi (Çandar, 22 Ekim 2008; Hürriyet).  
Gerek hükümetlerce yürütülen politikalar, gerekse önemli siyasi aktörlerin söylemleri incelendiğinde ortaya bütünlüklü ve tutarlı bir yaklaşım çıkmamaktadır. Bunun temel nedeni farklı ideolojik zeminlerden beslenen eğilimlerin AKP içindeki kabul edilen varlığıdır. AKP’de dört temel eğilime sahip grubun varlığından bahsedilir. Bunlar Milli Görüşçüler, merkez sağda olanlar, milliyetçiler ve Kürt seçmenin yaşadığı bölgeden gelenler (Kardaş, 2010; 379). Bu görüşü destekler biçimde partinin farklı makamlarını işgal eden isimlerden Kürt sorununa dair farklı algılayış ve çözüm önerilerinin olduğu bilinmektedir.

AKP’nin Ateşle İmtihanı: Açılım
Kürt sorununu yönetmek konusunda AKP iktidarının son döneme kadar başlıca gerekçesi aslında sivil ve barışçıl bir çözüm iradesi geliştirmek istedikleri ama özellikle generaller ve statükocu güçler karşısında bunu gerçekleştirmekte zorlandığı; bunun için de zamana ihtiyaç duyduğu biçimindeydi (Siverekli, 2008; 163). Ancak kendi içindeki Kürt damarını temsil eden isimlerin zaman içinde tasfiye edildiği bilinmektedir. Özellikle bölgenin sorunlarına duyarlılıklarıyla bilinen eski vekillerden İhsan Arslan, Dengir Mir Mehmet Fırat, Abdurrahman Kurt, Kutbettin Arzu gibi isimler son seçimde aday gösterilmemiş, yerlerine partinin merkezi politikalarının dışına çıkmaları beklenmeyen yeni adaylar belirlenmiştir. Yine özellikle 2006’da yaşanan bir çatışma sonrasında Diyarbakır’da bir hafta boyunca süren protestolar karşısında başbakanın “Çocuk da olsa kadın da olsa gereken yapılacaktır” beyanı ve sonrasında on dört vatandaşın ölümü, yüzlercesinin yaralanması sürecinde AKP bölgede kan kaybetmeye başlamıştır. Altan Tan bu dönemi ifade ederken 2007 seçimlerinde Kürtlerin AKP’ye verdiği desteğin anlaşılamadığını söylemektedir (Tan; 20011, 512).
Bölgede AKP iktidarı ile Kürt politik hareketi arasındaki hegemonya mücadelesinin en bariz hali din ve inanç üzerinden yapılan politikalar olmuştur. Her fırsatta ‘bölücü örgüt ve onun siyasal uzantılarının’ ateist, komünist olduklarını belirten başbakan, bunu daha da ileri götürerek Kürt hareketini ‘Zerdüşti’ olmakla itham edecektir. Kürt siyasetçiler ise buna karşılık olarak AKP’nin Müslümanlığının sahte olduğunu, dini Kürtleri asimile etmek ve sömürmek için aracı yaptıklarını, sistemin dini Kürt halkı içinde bir ‘Truva Atı’ olarak kullandığını ileri sürmektedirler. Bu noktada karşı tavır geliştiren Kürt hareketi “sivil cuma namazı” eylemlerini başlatmış ve halen de bunu sürdürmektedirler. Diyanetin memuru olan imamların Türk ırkçılığı propagandası yaptıklarından hareketle (Tuğal, 2010; 213) camilerde namaz kılmamaktadırlar.
Bir diğer gösterge olarak, AKP’nin 2010’da gerçekleştirilen referandumla yaptığı Anayasa değişikliklerine bakıldığında, sosyal hakları genişleten bir demokratik açılımla karşı karşıya bulunulmadığı gayet açıktır (Ataay, 2008; 108). Nihayetinde referandumda kabul edilen değişiklikler, Kürt hareketini tatmin etmemiş ve bölgede katılımın hiç de azımsanmayacağı bir boykot gerçekleştirilmiştir. 2009 ve 2011 seçimlerinden de başarılı sonuçlar alan Kürt muhalefetiyle terörle arasına mesafe almadığı gerekçesiyle görüşmeyen başbakan, çatışmaların da bir bakıma fitilini ateşlemiştir. Kürt siyasetçileri ırkçılık yapmakla suçlayan başbakan, her konuşmasında Kürtlerle Türklerin din kardeşi olduklarına vurgu yapmakla birlikte, sorunun çözümü noktasında gittikçe daralan bir alana sıkışmıştır.
AKP’nin Kürt sorunu konusundaki başlıca projesi 2009 bahar aylarında uygulamaya konulan “Açılım” politikasıdır. “Türkiye’de var olan birçok kronik mesele, zamanında çözüm için mesai sarf edilmediği için çözümü zor bir yapıya kavuşmuştur” ifadesiyle başlayan açılım projesi toplumda yankı uyandırmış ve yoğunca tartışılmıştır. Demokratik açılıma toplumun verdiği yanıt ise olumluydu. Özellikle de Kürtler arasında heyecan yaratmadığını söylemek hatalı olacaktır (Kökçe,2011; 117). Ancak partinin Açılımı anlatmak için hazırladığı kitapçık incelendiğinde ortaya çıkan sonuç, buradaki belirleme ve hedeflerin geçmiş dönemlerde parça parça uygulanan politikalardan farklı olmadığıdır. Açılım kitapçığından birkaç noktaya değinmek gerekirse;
-Tek devlet tek millet tek vatan tek bayrak anlayışının aynen sürdürüleceği,
-Türkçe dışında farklı dillerde eğitim öğretimin yapılamayacağı, sadece Kürtçe’nin bireysel bir özgürlük olarak tanındığı,
-Terör ile Kürt meselesinin ayrı olduğu, ikisinin ayrı politikalara tabi olacağı ve askeri güvenlik anlayışının korunacağı,
-Grup haklarının söz konusu olmadığını, bireysel hakların vaat edildiği,
-Kürt meselesinin temelde ekonomik gerilikten, eğitimsizlikten, işsizlikten kaynaklandığı ve bunlara dönük çalışmalar yürütüleceği,
-PKK ve Öcalan’ın asla muhatap olarak kabul edilmeyeceği,
-Legal alanda siyaset yürüten partinin (BDP) Kürtleri temsil edemeyeceği,
-Dağdan inenler için Pişmanlık Yasası’nın işletileceği vurgulanmaktadır.
Demokratik Açılımın en çok dile getirilen yeniliği TRT Şeş adlı Kürtçe kanalın kurulması olmuştur. Bunun yanı sıra ilk kez üniversitede “Yaşayan Diller Fakültesi” kurulmuş ancak özellikle isminde “Kürt-Kürtçe” geçmemesi için azami gayret sarf edilmiştir. Bunun yanında OHAL uygulamaları kanunen kaldırılmış olsa da bölgede fiili olarak çok fazla değişen bir şey olmadığı bilinmektedir.
Açılımın en kritik eşiği 2009’un Ekim ayında yaşandı. Kuzey Irak’taki Mahmur kampından ve Kandil’den gelerek Habur’dan giriş yapan PKK mensupları için sınır kapısında mahkeme kurulması ve özellikle onları karşılamak için bölgenin tüm kentlerinden gelen binlerce insanın sevinç gösterileri kamuoyunda infiale yol açtı. Muhalefet partilerinin sert eleştirileriyle birleşen tepkiler, adeta savaşı Türk cephesi kaybetmiş ve PKK kazanmışçasına bir hava yaratılmasına yol açtı (Miral,33; 2011). Tepkiler üzerine geri adım atan iktidar, Kürt siyasal hareketini suçlama yolunu seçti.
            Habur olayından sonra gelişmeler çözüm umudu taşıyan kamuoyunun beklentilerini boşa çıkaracaktır. Legal alanda siyaset yapan binlerce kişi KCK Operasyonları ile tutuklanarak cezaevine konuldu ve günümüze kadar devam eden çatışmalı süreç de bu anlamda başlatılmış oldu. 2011 genel seçimlerine Türkiyeli kimi sol bileşenlerle ittifak yapan ve bağımsız adaylarla seçime giren Kürt siyasal hareketi, bölgede hakimiyetini sürdürerek otuz altı milletvekili çıkarmayı başarmıştır. Ancak seçim sürecinde YSK’nın adayları veto etmesi, sonrasında da seçilen vekillerden birinin vekilliğinin iptali, KCK davasından tutuklu diğer beş vekilin tutukluluğunun sona erdirilmemesi üzerine ortaya çıkan TBMM boykotu kararı ile sorunun iki temel aktörü arasındaki ipler iyice kopma noktasına taşınmıştır. AKP’nin ve başbakanın bu dönemde otoriter eğilimler içine girmiş olmaları sorunu daha da çetrefilli hale sokmaktadır (Ataay, 2008; 101). Bilhassa sorunun muhatabı olma noktasında Kürt siyasetini görmezden gelen ve “kendini Kürt aidiyeti ile ifade eden insanların sayısının BDP’nin aldığı oy oranının birkaç katı olduğu” biçimindeki çözümü matematik üzerinden arama anlayışı içerisine girilmiştir (Türkmen, 2010; 75). Devam eden askeri operasyonlar ve çatışmalar gittikçe ive kazanmış ve son birkaç ayda 1990’lı yıllara dönüşü andıran bir tablo ortaya çıkmıştır.

Çok Bilinmeyenli Denklem: Çözümün Neresindeyiz?
Türkiye, her gün bölgeden gelen çatışma ve ölüm haberlerine kilitlenmişken, ortaya çıkan bir ses kaydı tartışmaları da farklı bir noktaya taşımaktadır. Aslında benzer görüşmelerin İmralı Adası’nda bulunan Abdullah Öcalan ile yapıldığı bilinmekteydi. Ancak bu defa medyaya yansıyan kayıtlar, PKK ile yürütülen görüşmelerin artık ‘müzakere’ aşamasına geldiğini ispatlar niteliktedir. Masada başbakan tarafından görevlendirilmiş MİT yöneticileri ve PKK’nin üst yönetiminde bulunan bazı isimler bulunmakta ve ileriye dair bir pazarlık süreci içinde oldukları anlaşılmaktadır. Görüşmelerin öncesinin de olduğundan hareketle, basın ve kamuoyuna verilen sert beyanatlara rağmen ve öte tarafta çatışmalar sürmesine rağmen görüşmelerin sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. Bu da göstermektedir ki “teröristle masaya oturmam” anlayışı artık terk edilmek durumundadır. Sorunun başlıca aktörleri durumundaki PKK ve Öcalan faktörleri göz ardı edilerek Kürt meselesinde nihai bir çözüme ulaşılamayacağı da bu şekilde teyit edilmektedir. Daha önce defalarca denenen yöntemlerle; askeri operasyonlar, tutuklamalar, OHAL uygulamaları, ekonomik, sosyal paketlerle bu iş çözülemeyeceği açıktır (Kışanak,2010; 157-172). Yine sıkça ifade edilen ama sorunun özünü gözden kaçıran, meselenin başlıca nedenlerinin “bölgedeki kamu personelinin hataları, devletin yeterince şefkat göstermemesi, hizmetlerin aksaması vb” savunma mekanizmaları terk edilmek durumundadır.
Her şeyden önce Kürt meselesinde artık bir zihniyet değişimi süreci zorunludur. Zihniyet değişikliği, demokratik bir zihniyet oluşumundaysa, paketlere gerek kalmadan sorun da çözülebilir (Beşikçi,2009; 150).
Gelinen noktada Kürt sorunu en yakıcı haliyle çözülmeyi beklemektedir. Kürt sorununun çözümünde mevcut paradigma ile devam edilemeyeceği artık aşikardır. Ancak bunun için siyasal iradenin her şeyden önce şartlar öne sürmeksizin ve sorunun aktörlerini yadsımaksızın görüşmelere başlaması gerekmektedir. Beri yandan silahlı çatışmaların, saldırıların ve askeri operasyonların durdurulması asgari konsensüsün sağlanması için elzemdir. Meclis çatısı altında bulunan Kürt siyasal hareketi temsilcileriyle kurulacak sağlıklı ve çözüme dönük bir diyalog arayışı bu konuda ilk adımı atmak anlamında önem kazanmaktadır. Yine daha önce defalarca görüşülen örgütün yöneticileriyle ve Öcalan ile sorunun çözümü için asgari müştereklerin sağlanması gerekmektedir. Daha önce devletle yapılan görüşmelerde ortaya çıkan protokoller ve Öcalan’ın yol haritası bu konularda çözüme dönük adımlar atılabilmesi için değerlendirilebilir (Çandar,2011;91-96).

AKP Kürt Sorununda Pasif devrimi Gerçekleştiremedi:
AKP siyasal İslamcı geleneğin ürünü, 28 Şubat müdahalesi sonrasında ‘eski gömleğini çıkararak’ siyaset sahnesine çıkmış neoliberal sistemle uyumlu, Türkiye’deki siyaset yelpazesinin tutarsız konumundan beslenen bir siyasal örgütlenmedir. Kendisinden önceki siyasi partilerin kullandığı radikal İslami argümanların yerini ılımlı İslam/ muhafazakar demokrat bir anlayışla ikame etmiş olan AKP, bu şekilde dört eğilimi de kendi bünyesine alarak iktidara gelmiştir.
İktidara geliş ve sonrasındaki süreçte AKP’nin aslında bir “Pasif Devrim” gerçekleştirdiğini söylemek mümkündür. Söz konusu pasif devrim, AKP’nin siyasal İslamcı unsur ve anlayışları süreç içinde değişime zorlayarak, dönüştürerek yeni bir siyasal perspektif ve algı oluşturmasıdır. Özellikle burada daha radikal bir İslami tahayyüle ve yaşam örüntülerine sahip kesimlerin massedilmesi süreciyle söz konusu devrim gerçekleştirilmektedir. AKP’nin Türkiye’deki İslamcıları üç kavram üzerinden massettiğini iddia eden Cihan Tuğal, bu üç kavramı “alışkanlıkların massedilmesi, uzamsal massedilme ve ekonomik massedilme” olarak dile getirmektedir (2010; 276-24). Bunu sağlayan organizma ise ona göre AKP ve öncesi sisteme entegrasyon öngören İslami yapılardır. Bu yapılar bir siyasal toplum inşasını sağlamış ve kurulan siyasal toplum üzerinden söz konusu değişim süreci başarılmıştır. Massedilmenin buradaki içeriği liberalleşme, milliyetçileşme, muhafazakarlaşma süreçleridir. Ancak Tuğal’ın ortaya koyduğu pasif devrimin Türkiye’de belki de en zayıf kaldığı kesimler Kürtler olmuştur. Her ne kadar AKP 2002’den en son 2011’de yapılan seçime kadarki tüm seçimlerde Kürt coğrafyasında ciddi bir oy almış olsa da, bunun nedeni aslında Kürt sorununun çözümü konusunda artan talebin, seçim süreçlerine yansımasıdır. Araştırmalar, bölgede AKP’ye oy veren seçmenlerin de büyük bir kesiminin Kürt hareketinin talepleri olan kolektif hakların verilmesi, daha fazla demokrasi ve demokratik alanın genişletilmesi, bölgenin özgül sorunlarının giderilmesi, asimilasyon ve zor uygulamalarının ortadan kaldırılması gibi talepleri benimsediğini göstermektedir. Çalışma yürüttüğü bölgenin (İstanbul-Sultanbeyli) değerlendirmesini yapan Tuğal, söz konusu yerde AKP’nin en büyük handikapının Kürtler olduğunu ve anlatılan massedilme sürecinde Kürtlerle Kürt olmayanlar arasındaki uçurumun daha da derinleştiğini gözlemlediğini belirtmektedir. Başka bir deyişle, Kürtler AKP’nin bu süreçteki zayıf karnı durumundadırlar.   
AKP’nin her ne kadar aksi yönde söylemleri olsa da, nihayetinde Kürt sorunundan beslenen bir milliyetçiliğin de bayraktarlığını yürütmektedir. Son yıllarda Kürt bölgesinde ölen askerlerin cenazeleri, Batı illerinde yaşayan Kürtlerin demokratik hak eylemleri, tüm bu konularla ilgili olayların yazılı ve görsel medyada sunuluş biçimleri ülkedeki milliyetçiliği de beslemektedir (Saraçoğlu,2011; 48). Son yıllarda artış gösteren Kürt düşmanlığı ve linç olayları da buradan kaynağını almaktadır. Farklı milliyetçilik türleri arasında yapılan ayrımdan hareketle, son dönemde Türkiye’de azınlıkları asimile edici, hegemonyacı milliyetçilikten azınlıkları kentin kötü mekanlarına, ayrı kültürel kimliklere ve düşük ücretli işlere hapsetmek isteyen dışlayıcı milliyetçiliğe doğru bir kayma yaşandığını söylemek mümkündür (Tuğal,2010;123). Bu kayma beraberinde karşı bir refleks olarak Kürtlerin de duygusal anlamda kopuşunu getirebilmektedir (Yeğen,2006; 21). Ahmet Türk’ün “gençlerde duygusal kopuş başladı. Bizim nesilden sonra barış daha zor” sözleri de bunu kanıtlamaktadır. Kürtlere ya asimile olarak kendilerine katılma ya da dışlanma seçeneği verilerek ‘eğer kimliğini çıkartıp, söker atar ve bizimkini benimsersen, bizden biri olursan, o zaman refahımızdan, zenginlik ve imkanlarımızdan bir pay alabilirsin’ denilmektedir” (Tok, 2003; 178). Bu zımni söylem ve buradan beslenen politik tavır, Kürtlerin kopuşunu hızlandıran bir işlev göstermektedir.

Van’da Hegemonya Mücadelesi ve Kürt Açılımı Üzerine:
Van, açılım politikalarının toplum bileşenleri açısından nasıl algılandığı, hangi beklentilerin oluştuğu, süreç içinde nasıl bir evrim geçirdiği, mevcut durumda ne tür değerlendirmeler yapıldığı bağlamında saha çalışması için tespit edilmiştir. Bu kentin bölge şehirleri arasında etnik, siyasal, kültürel, ekonomik örüntüler üzerinden kozmopolit yapısı dikkate alındığında, AKP’nin Kürt meselesinde ürettiği politika ve söylemlerin analizi için gerçekçi sonuçlar ortaya koymaya elverişli nitelik arz eder. Yine Kürt politik hareketi ile AKP’nin rekabeti, çatışma süreçleri, köy yakma-boşaltma uygulamaları, göç ve sonrasında yaşanan süreçler konularında en fazla muzdarip olmuş illerden biri olarak, açılım politikalarının sosyolojik analizi için uygun bir saha durumundadır.
Son genel seçimlerde Van’da toplam sekiz milletvekilliğini yarı yarıya paylaşan AKP ve Bağımsız adaylar (Kürt hareketinin desteklediği adaylar) iki cephenin pata durumunda olduğunu söylemek mümkündür. Daha önceki yerel ve genel seçimlerde de Van halkının tercihleri benzer doğrultuda olmuştur. Mevcut durumda belediye başkanlığı da BDP’li Bekir Kaya tarafından yürütülmektedir.
Aslında Van AKP’nin kendi nüfuz alanlarının büyütmek için en yoğun çaba sarf ettiği illerden biridir. Uzun yıllardır AKP içinde ve hükümetlerde önemli görevlerde bulunan Hüseyin Çelik faktörü burada dile getirilmelidir. Yine özellikle bu kent ve civar bölgelerde yaşayan Kürtlerin ağırlıklı Şafii mezhebinden oluşu ve bu noktada dindar özellikler gösteren bir il oluşu üzerinden; İslamcı cemaatler, okul-dershaneler, dernekler, kimi STK’lar gibi kanallar üzerinden yoğun bir örgütlenme ve propaganda çalışması yürütüldüğü belirtilmektedir. Hem kent merkezinin hem de ilçelerin hala güçlü aşiret bağlarına sahip olduğu ve bunların özellikle seçim süreçlerinde seçmen tercihleri üzerinde etkili oldukları da bilinmektedir.
Kürt hareketi açısından da Van Diyarbakır’dan sonra bölgenin en büyük ve kalabalık kenti olması vesilesiyle önem kazanmaktadır. Hareketin doğu illeri içerisindeki merkezi konumunda olan bu kent, Kürt hareketi açısından da en önemli mevzilerden biri addedilmektedir. Kitlesinin ağırlıklı olarak 1990’lı yılların çatışmalı süreçlerinde kırsal bölgelerden ve civar illerden buraya göç etmek zorunda bırakılan insanlardan teşekkül etmesi, Kürt hareketinin bu ilde dinamik bir siyaset alanı yaratmasında etkili olmaktadır.
Çalışmanın kapsamında olmakla birlikte burada Van’ın kent olarak içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, dinsel, kentsel görünümleri ve bunların sonuçları burada analiz kapsamına alınmayacaktır.
Van, Kürt politik hareketi ile AKP arasında uzun soluklu bir hegemonya mücadelesinin sahasını teşkil etmektedir. Seçim süreçlerinde bu hegemonya mücadelesini gözlemlemek daha kolay olmaktadır. 2011 genel seçim sürecinde Van’da yaşananlar ve yapılan görüşmelerden ortaya çıkan sonuçlar hem AKP ve Demokratik Açılım sürecini analiz etmek hem de Kürt politik hareketine bakışı anlamak adına pek çok veri sumaktadır.
Başta belirtmek gerekiyor ki görüşmecilerin hemen hepsi açılım süreci başladığında heyecan duyduğunu, ümitlendiğini ve özellikle Habur dönüşü sürecinde mutluluk duyduğunu ifade etmektedir. Bu bir anlamda ilginçtir, çünkü AKP’nin son dönem kullandığı milliyetçi jargondan ve çözümü operasyonlarda arayan, Kürt legal siyaset alanını daraltmak için türlü manevralar yapan iktidardan hoşnut olmadığı çok açık olan BDP’li seçmenler de açılımın ilk efektleri üzerinde AKP’lilerle ortaklaşabilmektedir.
Görüşmecilerin hemen hepsinin ortaklaştığı ikinci bir kanı ise mevcut durumda açılım politikasının başarısız olduğudur. Siyasi eğilimlerine göre bir kısmı bunun müsebbibi olarak Kürt hareketini ve PKK’yi, diğer kesim ise ordu ile uzlaştığını düşündüğü AKP iktidarını ve başbakan Erdoğan’ı görmektedir.
Açılım başladığında kentin önemli siyasi isimlerinden olan ve o dönem AKP içinde yöneticilik yapan bir görüşmeci, “açılım aslında kimsenin içeriğini bilmediği bir şeydi çünkü anlatılamadı. Buraya bizzat bakan geldi açılımı anlatmaya ama bize doğru düzgün bir şey anlatmadan döndü. Neden? Çünkü açılım Ankara’nın açılımıydı. Ankara’nın açılımı Van’da Kürt sorununu çözmez” demektedir. Kendisi o dönemlerde “içeriğini bilmediği” açılımı anlatmak için Van’da bulunan partileri (DTP dahil) ve diğer STK’ları ziyaret etmiş ve ortak bir yaklaşım sergilemek hedefiyle çalışmıştır. MHP haricinde ildeki tüm parti ve sivil toplum örgütlerinden olumlu tepkiler aldığını söylemekte; devamla ama açılımın devamının kendi beklentilerini karşılamadığını ve özellikle Habur sonrası medyada yaratılan milliyetçi fırtınaların her şeyi tersyüz ettiğini dile getirmektedir.
Görüşmeler sürecinde Van’da ve tüm bölgede artış ivmesi gösteren çatışma haberleri ve BDP’nin meclisi boykotu, Kürt hareketine sempati duyan insanlarda AKP’ye ve özellikle Başbakana yoğun bir tepki söz konusuydu. Eylemlerde son dönemde ismini vererek başbakana hakaret içeren Kürtçe sloganlar atılmaktaydı. Birçok görüşmeci AKP’nin Kürt meselesinde daha önce kullandığı ileri söylemlerin oy almak için olduğunu, aslında çözüm istemediklerini ve statükoyu korumak istediklerini dillendirmekteydi. Seçim mitingi için Van’a gittiğinde Kürt sorunu konusunda demokratik çözüm iradesi içeren söylemler beklediklerini ancak başbakanın duble yol, fabrika, VanVegas gibi sorunu çözmekten uzak vaatlerden öteye gitmediğini ifade etmişlerdir. Yine özellikle milletvekilleri Hüseyin Çelik ve Gülşen Orhan isimleri etrafında dönen, bu kişilerin Van’a ve halkına hiçbir katkıları olmadığını, kendileri ve aileleri için çalıştıklarını, zaten seçimler haricinde Van’dan kopuk olduklarını belirtmektedirler. Kürt sorununun çözümü için en fazla dile getirdikleri konular Öcalan, dağdan iniş için af yasasının çıkarılması, askeri operasyonların durdurulması ve koruculuğun lağvedilmesi olmaktadır.
Görüşmelerde sıkça dillendirilen ve AKP’li yöneticiler ve oy verenlerin de katıldığı bir konu Özalp ilçesinde konuşlu Orgeneral Mustafa Muğlalı Kışlası’nın adının değiştirilmesi konusunda ertelemeci bir tutum izleyen iktidara yöneltilen eleştiri olmaktadır. “33 Kurşun Olayı” olarak tarihe geçen ve 1943’te Muğlalı’nın emriyle 33 köylünün yargısız infaz edildiği olayın sorumlusunun adının burada bir kışlaya verilmiş olması ve tüm vaatlere rağmen hala bu adın korunuyor olması sürekli bir rahatsızlık durumu yaratmaktadır. Halkın psikolojik anlamda çözüme inandırılmasının ilk adımı belki de bu kışlanın adının değiştirilmesi ile mümkün görünmektedir.
AKP’li yönetici ve seçmenlerle yapılan görüşmelerde ise genellikle Kürt hareketinin ve özelde PKK’nin kullandığı silahlı şiddet eleştirilmekte ve sorunun çözümü için silahlı mücadelenin hiçbir meşruiyeti olmadığı ifade edilmektedir. Geçmişte Kürtlerin katledildiklerini, asimile edildiklerini, inkar edildiklerini kabul etmekte ancak AKP döneminde bu politikaların olmadığını ve birçok hakların verildiğini söylemektedirler. En fazla dile getirdikleri örnekler ise TRT Şeş, OHAL’in kaldırılması ve AKP’nin askeri vesayete son verdiğidir. Onlara göre Kürt hareketi legal siyasetle taleplerini ifade etmeli ve terör son bulmalıdır. Özellikle bu kesim başbakanın sorunun çözümünü samimi olarak istediğine inanmakta ama buna engel olanların (PKK, ordu, dış güçler…) çözümü istemediklerini savunmaktadırlar.
Van’da seçim sürecinde Kürt hareketi destekli bağımsız adayların daha görünür olduklarını, sokakta rahatça propaganda yaptıklarını; diğer taraftan AKP’nin seçim çalışmalarının daha ziyade ev gezmeleri ve sınırlı sayıda seçim aracıyla propaganda yapıldığını (polis koruması altında) gözlemlemiştik. Birçok AKP’li, BDP’nin demokrasiden onca söz ediyorken kendilerinin siyaset yapmalarına izin verilmediğini, saldırılara maruz kaldıklarını, araçlarının taşlandığını vb. ifade etmekteydiler. AKP döneminde kentlerine ilk kez ciddi yatırımlar yapıldığını, altyapı sorunlarına müdahale edildiğini, sağlık-ulaşım-eğitim konularında ileri adımlar atıldığını söylemektedirler.
AKP’li seçmenler açılımın sürdürüleceği noktasında kendilerini ikna etmek istemektedirler. Bu konuda beklentilerinin henüz karşılanmadığını ama kangren olmuş bu kördüğümün çözülmesinin zaman alacağını ve teröre verilen destek ortadan kalktıkça bu konularda olumlu adımlara atılacağını söylemektedirler. AKP seçmenleri Kürt hareketine sempati duyan kesimlere oranla daha uzun süredir kent merkezinde yaşamakta ve görece ekonomik anlamda daha iyi koşullara sahiptirler. Kentin daha merkezi mahallelerinde yaşayan ve ağırlıklı olarak esnaflar ve memurlardan müteşekkil bu kesim, hayat standartları bağlamında orta sınıfa tekabül etmektedirler. Buna karşılık BDP’ye oy verenlerin ezici çoğunluğu son on beş- yirmi yıl içerisinde buraya göç etmiş, kentin dışarlıklı mahallelerinde yaşayan, çoğunluğu işçi, mevsimlik işçi veya işsiz olan yurttaşlardır. Bu noktada siyasal partilere dönük eğilimleri belirleyen en önemli faktörlerden biri sınıfsal konumlanışları olmaktadır. Bu sınıfsal konumlanışlar, Kürt sorununa dair algıları, çözüm önerilerini, parti tercihlerini, beklentilerini de belirlemektedir.
Van’da Kürtlerin dışında Türkler, Acemler, Azeriler ve Araplar da diğer etnileri oluşturmakta ve etnik kimlikleri büyük oranda siyasal tercihlerini de belirlemektedir. Kentte AKP ve BDP dışındaki partilerin aldıkları oy oranlarına bakıldığında, aslında bölgenin genelinde de yaşanan bir ilgisizlik ve mesafeli durma hali mevcuttur. İki ana siyasal eğilimin dışında kalan siyasi anlayışların kısa ve orta vadede toplum tarafından kabul göreceğine dair herhangi bir emare okunmamaktadır. 

Sonuç Yerine:
Türkiye, cumhuriyet tarihinin en büyük sorunu olan ve tarihsel kökenleri çok daha öncesine dayanan Kürt sorununun çözümü konusunda artık çok daha kritik bir dönemeçte bulunmaktadır. Ulusal ve uluslar arası konjonktür sorunun çözümünü daha önce olmadığı kadar dayatmaktadır. Dolayısıyla sorunun hangi biçimde çözüleceğinden önce, sorunun çözümü konusunda açık bir irade beyanı ve sonrasında da sorunun başlıca muhatapları ile bir biçimde görüşülerek barışçıl adımlar atılabilecektir. Ülkede son dönemde artan çatışma ve karşılıklı ölümler, her iki tarafta milliyetçiliği besleyerek duygusal bir kopuş ortaya çıkarmakta ve sorunun barışçıl demokratik çözümü önünde yükselen bir engel halini almayı sürdürmektedir. Kürt hareketinin anayasal ve yasal düzlemde talep ettiği hakların ve demokratik bir sistem inşasının, bir arada ortak yaşama prensibi ile sağlanabileceği bir çözüm mümkündür ve elzemdir. Geriye, bu konuda daha kararlı, yapıcı, uzlaşmacı ve şiddetten arındırılmış bir çözüm sürecinin işletilmesi ve toplumun tüm kesimlerinin mutabık kalacağı düzenlemelerle aşılması problemi kalmaktadır. Tüm noksan yanlarına rağmen açılım süreci bunun ilk nüvesini oluşturmuştur. Bu süreçten alınacak dersler ışığında sorunun halli, toplumun on yıllardır hayalini kurduğu barış, kardeşlik ve demokratik ortamın inşası için gereklidir ve de mümkündür. 
   
KAYNAKLAR:
Akdoğan, Yalçın (2010), “Muhafazakar Demokrat Siyasal Kimliğin Önemi ve Siyasal İslamcılıktan Farkı”, Ak Parti- Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri içinde, Der; Hakan Yavuz, Kitap Yayınevi, İstanbul.
Akçura, Belma (2009), Devletin Kürt Filmi, New Age Yayınları, İstanbul.
Ataay, Faruk (2008), Neoliberalizm ve Muhafazakar Demokrasi, DeKi Yayınları, Ankara.
Beşikçi, İsmail (2009), “Çözüm Çok Uzak”, Kürt Sorununda Çözüm Önerileri içinde, Der:Hakan Tahmaz, Kalkedon Yayınları, İstanbul.
Cizre, Ümit (2005), Muktedirlerin Siyaseti, İletişim Yayınları, İstanbul.
Çakır, Ruşen ve Çalmuk, Fehmi (2001), Recep Tayyip Erdoğan- Bir Dönüşüm Öyküsü, Metis Yayınları, İstanbul.
Kardaş, Şaban (2010), Türkiye ve Irak Çıkmazı- Kimlikle Çıkar Arasında AKP, Ak Parti- Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri içinde, Der; Hakan Yavuz, Kitap Yayınevi, İstanbul.
Kirişçi, Kemal ve Winrow, Gareth M. (1997), Kürt Sorunu- Kökeni ve Gelişimi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Kökçe, Halime (2011), AK Parti ve Kürtler, Metamorfoz Yayıncılık, İstanbul.
Miral, Elif (2011), “Demokratik Açılım Süreci haberlerinde Milliyetçilik ve Milletin yeniden İnşası”, Dipnot Dergisi içinde, sayı:5, Nisan-Mayıs-Haziran, İstanbul.
Saraçoğlu, Cenk (2011), Şehir Orta Sınıf ve Kürtler, İletişim Yayınları, İstanbul.
Siverekli, İsmet (2008), Kürdistan’da Siyasal İslam, Peri Yayınları, İstanbul.
Tan, Altan (2011), Kürt Sorunu- Ya tam Kardeşlik Ya Hep Birlikte Kölelik, Timaş Yayınları, İstanbul.
Tok, Nafiz (2003), Kültür Kimlik ve Siyaset, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Toplum ve Kuram Dergisi (2010), Prangalarla Koşmak: Gültan Kışanak ile Röportaj, sayı:4, Güz, İstanbul.
Tuğal, Cihan (2010), Pasif Devrim- İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi, Koç Üniv. Yayınları, İstanbul.
Türkmen, Hamza (2010), Açılım Politikaları- Kemalizm ve Müslümanlar, Ekin Yayınları, İstanbul.
Yavuz, Hakan (2005), Modernleşen Müslümanlar, Kitap Yayınevi, İstanbul.
Yeğen, Mesut (1999), Devlet Söyleminde Kürtler, İletişim Yayınları, İstanbul.
                          (2006), Müstakbel Türkten Sözde Vatandaşa, İletişim Yayınları, İstanbul.

İNTERNET KAYNAKLARI:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder